24 Ağustos 2012 Cuma

Bonjour La Petite France




Bazen ne yapmaya gidiyorsun diye soran olursa “yazmaya gidiyorum” derim, diyorum ama mütevazılığım tutuyor, söyleyemiyorum.

Yazacağım sadece. Ne görürsem, ne düşünürsem, ne hissedersem, ne anlarsam, ne anlatırsam…

Hepsini yazacağım.

Ama önce, henüz başlamayan hikâyeye bir önsöz yazacağım. Cümlelerime bu hikâyede emeği geçen çok sevgili aileme, arkadaşlarıma, meslektaşlarıma teşekkür ediyorum diyerek başlamak garip gelebilir ama ilk bunu yapmalıyım, unutmadan…

Bir gün gökten bir elma düştü ve bana “Neden sen de AGH yapmıyorsun?” diye sordu. Ben de, “nasıl yani, ben mi, olur mu öyle şey, okul, iş, güç” deyince, “Oraya buraya AGH çok güzel bir şey, sizde gençliğinizi keşfetmek için AGH yapın, hiç durmayın diyen sen değil miydin? Eee ne duruyorsun o halde” dedi. Ben de başladım AGH için bir mektup yazmaya.

Mektup yazmak AGH hayallerinin kurulduğu en güzel aşama. En naif, en duygusal anların yaşandığı tek taraflı ilişki adeta. Yazdığım mektubu göndereyim diye sabırsızlıkla bekleyen insanlar, kurumlar var diye düşünüyorum en saf halimle… Ben onlara mektubumu göndermesem sanki onlar beni arayacak, nerede kaldın diye soracaklar? Öyle bir ruh haline bürünüyorsun mektubu yazarken…

Neyse ki, bu halet-i ruhiye çok sürmüyor. En azından ben de çok sürmedi. Başta her projede, her ülkede çalışamam diye çok seçerek yaklaşıyordum. Ben, onlara mail gönderdikçe onlar tıka basa dolu otele rezervasyon yaptırmaya çalışıyormuşum gibi “üzgünüz, hiç boş yerimiz yok, daha sonra, umarım” tadında yanıtlar veriyordu.
Onlar beni geri çevirdikçe ben ikincisini gönderdim, onlar beni yedek listeye ekledikçe ben listeme yeni projeler dâhil ettim, daha çok proje veri tabanını arşınladım, daha çok ülkede karar kıldım…

Onlar geri döndükçe ben profesyonel düşünen insanların fikirlerinden beslenerek ve teknik desteklerini alarak efektli, havalı mektuplar yazdım, Avrupa’dan tamam maili gelinceye kadar aklımıza gelen her kapıyı çaldık. Zorla girmeye bile çalıştığımız oldu. Bazen kapısını açmış gel diyen de oldu ama bu defa da benim içim ısınmadı, bekle dedim kendime, acele etme.

Sonra bir gün bu sevda olmayacak dediğim gün capcanlı bir ses telefonun diğer ucunda “Strasburg’da proje var gider misin, bak hem Strasburg güzeldir, Avrupa Parlamentosu da orada, İnsan Hakları Mahkemesi Gençlik Merkezi, üniversiteler falan bulursun kendine oralarda bir şeyler” dedi.  Hayır, olmaz diyemedim. Açtım baktım projeye, peki giderim dedim.
“Ama Fransızca bilen birini istiyorlar!” dedi. Proje için Fransa Ulusal Ajansı’na başvurulacak, kabul edilirse eylülde başlayacaksın dendi.  Bu demek oluyor ki en az 7 ay beklemem gerekiyor. Ben yine tamam dedim. Onlar beni kabul ederse ben de gidinceye kadar Fransızca dersi alırım diye anlaştık.

Haydi bakalım. Proje gönderildi… Bekle.

 Ya proje kabul edilmezse. Ya olmazsa bu defa da.. Ya bu kadar beklediğimle kalırsam derken bir sabah koordinatör kuruluşumdan mail geldi;

“ Bonjour Ayşe, çok mutluyuz, projemiz kabul edildi, seninle buluşmak için sabırsızlanıyoruz”

Ya ben ya ben…

Havalara uçuyorum. Hemen telefona sarılıp sevdiklerime, benimle birlikte bekleyenlere haber veriyorum. Onlara haber verirken gerçekten beklediğim mail, bu mail mi diye kontrol ediyorum. Evet, sonunda diyorum, nihayet geldi…

Hemen ertesi günü Fransızca kursuna başladım. Zaten gözüm sürekli Fransız Kültür Merkezi’nin ders programındaydı. Hiç vakit kaybetmeden kaydımı yaptırdım…

Sonra yeniden bir boşluk oldu içimde… Evet, AGH yapmayı çok istedim, bütün planlarımı beklettim, yüksek lisans başvurusu yapmadım, iş görüşmesi tecrübesi edinmedim. Sahiden AGH’yi istiyor muyum ben… Kendimce öylesine büyük görevler yüklemiştim ki AGH’ye; ailem itiraz etmesin, beni desteklesinler diye onun bulunmaz bir fırsat olduğunu, eğer AGH yaparsam çok daha kolay iş bulacağımı iddia ediyordum. Aslında, kendimi rahatlamak için bahaneler uyduruyordum ama sonradan düşündüm de buna ihtiyacım yok ki…

Ben bir yıl boyunca Avrupa’da yaşayacağım, yeni insanlar tanıyacak, yeni bir kültürün parçası olacak o kültürde kendimde hiç bilmediğim yönlerimi keşfedeceğim.

 Ben kendimle buluşacağım. Üniversite hayatı boyunca ailesiyle yaşamış, akşam en geç 11 de evde olmaya çalışan küçük kız çocuğu olarak bir ev geçindirmenin nasıl bir şey olduğunu tadacağım.

Çocukların dilinden konuşmaya çalışıp, bir Avrupalının gözünden bakmaya çalışacağım yaşadığım ülkeye, şehre…

Ben aslında en çok kendime açılan kapıdan içeriye girmek istediğim için AGH yapıyorum.
Ve şimdi Fransa’dayım. Küçük bir Fransız köyünde. Hayatlarını yaşadıkları evlere, bindikleri arabanın bakımına adayan sakin Fransalılar ile selamlaşıyorum her gün. Sınırın bu tarafında, Almanya ile yıllarca süren savaşın anısını hiç unutmayan, unutturmayan, andıkça anlatan, anlattıkça barış için çabalayan sakin Fransalılar ile başlıyorum güne.



Kısa bir süre daha buradayım. Yaklaşık iki haftadır koordinatör kuruluşumun hazırladığı eğitim programında hem Fransız kültürünü tanıyorum, hem de gönüllü olarak sorumluluklarımı, haklarımı öğreniyorum. Benimle aynı amaç için, benden farklı programlarla gelen yaklaşık 80 gönüllü ile birlikte hem gönüllülük bilinç düzeyimizi arttırıyoruz hem de Fransa’da daha iyi şartlarda yaşamak için günde 6 saat Fransızca dersleri alıyoruz. Yoğun program bittikten sonra evime, Strasburg’a gideceğim. Bir İtalyan ev arkadaşım var. Burada tanıştık. Benim azıcık Fransızcam onun azıcık İngilizcesi ile şimdiden birbirimize yapacağımız yemeklerden, çıkacağımız seyahatlerin planlarından konuşuyoruz. Sakince yeni bir hayat kuruyorum anlayacağınız burada kendime. Getirdiğim birkaç kitap, çaydanlık ve bir sürü defterle. Neden bu kadar çok defterim var, bilmiyorum… Ama en çok defterim var, kimisi boş kimisi dolu.

Böyle başlıyor hikâyem, bir Fransız köyünde, kilisenin merdivenlerinde yazıyorum ilk satırlarımı… Burada fark ediyorum iletişimin ilk kelimesi merhabadan sonra teşekkür ederim… Bütün bağlar hep teşekkür ederim ile kuruluyor insanlar arasında. Ben de hiç kopmayacak bağlar istediğim için yeniden teşekkür ediyorum…

Evet başlıyoruz…

Bonjour La Petite France

Ayşe Kavas
16.08.2012
Niederbronn/France

kaynak: http://aysekavas.blogspot.fr/2012/08/bonjour-la-petit-france.html

6 yorum:

  1. tüylerim diken diken oldu yazıyı okumayı bitirdiğimde, ellerine sağlık, ne de güzel anlatmıssın , devamını bekliyor olacağız bizi habersiz koyma..

    YanıtlaSil
  2. Çok beğendim, gözyaşlarımı tutamadım. Pek çok ortak yanımız var.Özellikle gece 11 kısmında ;)

    En kalbi duygularımla destekliyorum seni Ayşe...

    YanıtlaSil
  3. inan ki şu an ürperdim. bu kadar mı benzer.Sonra yeniden bir boşluk oldu içimde…ile başlayan kısım aynı ben şu an fransada agh yapabilmek için kuruluş arıyorum sene bu zamanlar gidebilme hayali kuruyorum. umarım olur. 11 de evde olması gereken bir kül kedisi daha onu bekleyen tecrübelerine kavuşur. o bir sene hiç gözümde yok. şu an son sınıfta okuyorum ve aynen diğer tüm arkadaşlarım anında işe başlayacak içimde bunun şüphesi var değecek mi diyorum kendime
    ama biliyor musun nasıl istiyorum!!!!
    çok istiyorum!
    olsun be :)
    yazılarının devamın şevkle bekliyorumı

    YanıtlaSil
  4. Merhabalar,
    Bugün evime yerlestim, biryıl yasayacagım evin sokaklarında gezindim uzun uzun, evimin ilk alısverisini de yaptım. Hersey hayalini kurdugum gibi...
    Sen hayalini kur sonra da olması için caba harca gerisi geliyor inan bana.

    Çok istersen oluyor.
    Sevgiler :)

    YanıtlaSil
  5. Ayşe çok güzel bir yazı ! ben de evs hayallerimi işti aileydi kardeşimin okuluydu erteledim durdum. tam kabul gelmişken iş buldum diye kabul edemedim ve deli gibi pişmanım. kesinlikle kaçırılmaması gereken bir fırsat, özellikle külkedileri için =) çok güzel zamanların olsun !

    YanıtlaSil
  6. dostum hikayeni bir de yazdığın blog'tan okumak müthiş bir keyifti, heyecanım tekrar arttı. güzel yürekli arkadaşım, kalemine sağlık :)

    YanıtlaSil