17 Haziran 2012 Pazar

AGH Meraklıları için Siesta Vakti



Bir Pazar Klasiği ile tüm AGH Takipçilerine Merhabalar;

Bu sıcak Haziran yazında sizleri buz gibi serinletecek İspanya sohbetimiz var. Evet evet, deniz, kum ve güneş üçlüsüne bir de TREX EVS'i ekleyin ve hep birlikte Gökçe Kılıçaslan ile İspanya'ya gidelim. 

Gökçe Kılıçaslan İzmirli hatta Bornovalı,  öyle Bornovalı ki Ege üniversitesi Sosyoloji mezunu olması da cabası.

2011 Ocak ayında başlayan 8 aylık bir AGH macerası var. İspanya'nın Zaragoza şehrinde unutulmayacak, her günü birbirinden dolu ve bitmesini hiç istemediğini bir AGH tecrübesi yaşadı...

Büyük bir heyecanla, sabırla ve kararlılıkla başladı AGH hazırlıklarına. Hiç bir şey bilmiyordu, ince eleyip sık dokudu, milyonlarca soru sordu, defalarca red aldı, ısrarla İspanya'ya gitmek ve mezun olduğu bölümle de bağı olan bir projenin parçası olmak istiyordu. Fazlası oldu. İsteklerini, beklentilerini umduğundan da güzel duygularla yaşadı. Hangi anısını anlatsa çok iyiydi diye bitirdi cümlelerini... Bizim için de çok iyi bir röportaj, keyifli bir sohbetti. Eylül Cafe'de biten sohbetimizin ardından hemen uçağa atlayıp İspanya'ya gitmeyi arzu ettik...

Haydi buyurun,
Bu ay Gökçe Kılıçaslan ve İspanya anıları ile Pazar Keyfi yapalım:



  • Sahi Gökçe, AGH nasıl girdi hayatına? Hikayenin en başından başlayalım mı?
2005 Universiade Oyunlarında gönüllü çalışıyordum. Birlikte gönüllülük yaptığımız arkadaşımla bir gün yolda karşılaştık. Sene 2008. Başladı bana ayaküstü AGH'yi anlatmaya. Benimde epey dikkatimi çekince eve gelir gelmez araştırmaya başladım. (internet ve bilgisayar ile aram iyidir.) Ulusal Ajans sitesinin altını üstüne getirdim.  O dönem kısmı zamanlı İzmir Kalkınma Ajansı'nda çalışıyordum. İşten ayrılınca daha detaylı ilgilenmeye başladım.
  • Neden İspanya ya da sadece İspanya mıydı? AGH başvuru dönemi en sancılı zamanlardır, sen nasıl yönettin o dönemi?
Trabzon’da Karadeniz Oyunları Olimpiyatları vardı. Universiade ekibi ile gittik, ben de orada İspanyalılar ile tanıştım, çok sempatiklerdi, bayıldım hepsine. Trabzon'dan dönünce benim aklıma bir İspanya düştü. Madem AGH yapacaktım İspanya'da olsun dedim. Gerçi bana sadece bir ülkede takılı kalma diyen çok olmuştu ama ben İspanya diye tutturmuştum. 


Neyse ben standart bir motivasyon mektubu ve CV hazırladım, İspanya ile başlayan, İtalya, Polonya ve baştan aşağıya incelediğim database’dan aldığım mail adreslerine dosyalarımı gönderdim. Ne yapmak istediğimi biliyordum, evet sosyologdum ama mesela yaşlılar ile çalışamazdım, fazla duygusalım. Daha çok gençlik çalışmalarında yer almak istiyordum. Bine yakın mail gönderdim ama aslında gideceğim ülke konusunda da seçiciydim. Her yerde, bilmediğim bir iklimde yaşayamazdım, biraz hassastım bu konuda, deli gibi araştırıyordum.

  Daha sonra gönderdiğim kurumlardan tek tek red mailleri geldi. Başta sadece bana gönderilen mailler zannediyordum ama benim gibi milyonlarca gönüllüye gönderiyorlarmış. Tam bir red maili de olmuyordu. Şu an boş yerimiz yok, daha sonra yine başvurun değerlendirelim gibi mesajlar alıyordum.
    Sonra İtalya’dan, Polonya’da mailler gelmeye başladı: “Gökçe seninle çalışmak istiyoruz sen de istersen senin için ulusal ajansımıza başvuru yapacağız.”
   Bu yaklaşık iki ay beklemek demek oluyor, Başvuracaksın, bekleyeceksin olumlu dönerlerse AGH sürecin başlayacak. Hiçbiri olumlu dönmedi. Ben korkmaya başlamıştım olmayacak sanırım diye.


Olmaz olmaz olur ya, tam o dönemde İzmir Kalkınma Ajansı’nda çalışırken arkadaşlarım 2008 Expo’nun olacağı İspanya şehri Zaragoza’ya gittiler, ziyaret amaçlı. Döndüklerinde anlata anlata bitiremiyorlar, fotoğraflar paylaşıyorlar. Ben Zaragoza’ya karşı bir sempati duymaya başladım. O esnada Zaragoza’da göçmenlerle çalışan bir kurum buldum ve sadece onlara özel ve odağında o proje için yapacaklarım yazılı olan bir motivasyon mektubu yazdım, gönderdim. Maria diye biriden yanıt geldi. Olumlu döndü ve proje için benimle birlikte Fransa’dan bir gönüllü adına İspanya Ulusal Ajansı’na başvuracaklarını söyledi. Ben artık öğrenmiştim süreci, beklemeye başladım. İlk başvuruda olmadı, ülke krizde olduğu için bir gönüllünün parasını verdiler. Sonra ümidi kesmedik, bu defa benim adımla başvurduk ve projemiz kabul edildi.
  • Ohh diye nefes almışsındır? 
 Aslında her şey yeni başlıyordu: Kabul edildin dedikten sonra hemen ardından 20 soruluk test gönderdiler. Her türlü soru vardı. Birebir çalıştıkları kurumla ilgili sorulardı. Çok içten,  güzel yanıtlar verdiğimi düşünüyordum. Sonra ikinci aşamaya geçtin maili geldi. Senin yapacağın çalışmalar bunlar ve bunun üzerinden bize bir gününü anlatmanı istiyoruz yaz bir gün içinde gönder dediler. Ne yapsam, nasıl yazsam diye düşünürken bir arkadaşım günlük yazar gibi yazabilirsin, aksam eve gelmişsin de gününü anlatıyormuşsun gibi olabilir dedi. Benim de aklıma yattı. “Sevgili günlük diye başladım. Bugün telefon görüşmesi yaptım hem de İspanyolca, çok mutluydum. “ benzeri keyifli bir anlatım kullandım. Bir gün sonra nihayet başlıyoruz kararı geldi.  

  • Madem başlıyoruz gitmeden önce yaptığın son hazırlıkları anlatır mısın?
Vize görüşmelerinde şanslıydım. Rekor olacak bir süreyle bir hafta içinde aldım vizemi. Gitmeden Ankara’da ayrılış öncesi eğitimine katıldık. Eğitmenler karşımıza çıkacak durumları anlattıkça, paylaştıkça ben de Maria’ya mail atıyordum, evim nasıl, internetim olacak mı, şu nasıl, bu mümkün mü diye. Ankara’da,  İspanya’ya gidecek başka bir gönüllü ile tanıştım. Vize sürecinde sürekli iletişim halindeydik.  Hatta aynı gün, yan yana birlikte gittik İspanya’ya.
Açıkçası korkmaya da başlamıştım. Ailemden ayrılmak ve bilmediğim bir yere gitmek hissi beni tedirgin etmeye başlamıştı.

  • Bir yandan da şunu sormazsak olmayacak? Nasıl bir motivasyon ki bu bu kadar emek veriyorsun, peşini bırakmıyorsun ve hiç bilmediğin durumları göze alıyorsun?
İlk ay baya sıkıntı yaşamıştım. Dönmeyi bile düşündüm ama oradan başarısız olup dönme fikrini kabul edemezdim. İki insan tipi var: Birincisi bir şeyi ister olmazsa bırakır ama benimkisi tamamen diğeri, onu kafama takmıştım ve elde etmek için elimden geleni yaptım. Her şeye rağmen hala olmuyorsa üzülmüyorum. Korkularım vardı ama çok isteyerek İspanya’ya gittim.

  • Harika! Bütün dertlerin, sıkıntıların, sorunların üstesinden gelmişsin, tebrik ediyoruz. Peki neler yaptın İspanya’da, kurumunu, çalışma şartlarını, iş arkadaşlarını anlatır mısın?
İspanya’ya gittiğimde beni Maria karşıladı. Hem kurumda çalışıyordu hem de mentörlüğümü yapıyordu. Projemin hedef kitlesi; İspanya’da yaşayan göçmenlerdi. Daha çok G.Afrika’dan gelen kadın göçmenler için çalışıyorduk. Çalışma saatlerim de çok güzeldi saat 09.00 ile 14.00 arasındaydı. Evde dört kişi kalıyorduk. Bir Alman erkek gönüllü, bir Polonyalı kadın ve bir Fransız kadın gönüllü ile paylaşıyordum evimi. Kuruma, Zaragoza’ya ve iş arkadaşlarıma alıştıkça daha çok işin içine dâhil oldum. Eylem projesi yazdım, bizden sonra gelecek gönüllülerin seçimlerinde yer aldım. Zaragoza’ya gelecek genç turistler için hazırlanan bir reklam kampanyasında bile yer aldım. Çok güzeldi her şey.
  •  Farklı kültürlerden, ülkelerden insanlarla ortak bir hayatın kahramanı olmak nasıl bir duygu? Sana ne gibi katkılar sundu? 
Başta her şey çok zordu. Fransız gönüllü bana karşı önyargılıydı. “Bütün gün birlikte çalışacağız o yüzden odamız aynı olmasın tüm hayatımızı ortak mı yaşayacağız?” demiş ben eve gelmeden önce. Polonyalı gönüllü ile aynı odayı paylaşıyorduk.  Ben en ufak bir gürültüye bile tahammül edemem ama çok sık karşılaşıyordum. Evin salonunda uykum gelinceye kadar oturup oturup odama öyle uyumaya gidiyordum.

Temizliğe çok önem vermiyorlardı. Bir gün bulaşık beziyle ayakkabılarını sildiklerini görünce hemen kendime plastik tabak, kaşık alıp bana özel ayrılan dolaplara yerleştirdim.

Haftada bir hepimizin ortak yiyeceği yemekler hazırlayıp birlikte yerdik. Onun dışında herkes kendi yemeğini kendi hazırlıyordu.





Bazı olumsuzlukları tolere etmeyi ve sabretmeyi öğreniyorsun. Zamanla birbirimize alıştık ve inanılmaz güzel arkadaşlıklar kurduk. Bu yaz,  temmuzda Fransız arkadaşım 10 günlüğüne beni ziyaret etmeye Türkiye’ye gelecek.  Çok heyecanlıyım şimdiden. Meryem Ana’nın evine götürmeyi düşünüyorum. Kendisi koyu bir Katolik. İspanya'dayken her pazar mutlaka ibadetini yapardı. 
  • “İspanya’da Hayat “ başlıklı bir kompozisyon yazsan eminiz sayfalar sürer ama bir resim çizmeni istesek neler olur içinde?
İspanyollar çok rahat insanlar, siesta saatleri, akşam yemekleri, pazar tatilleri aslında Türkiye’de hiç alışık olmadığımız şeylerdi. Pazar günleri bütün mağazalar, alışveriş merkezleri kapalı olurdu. Ekmek alabileceğimiz sadece bir market bulabilirdik. O yüzden tüm alışverişimi cuma, cumartesiden hallederdim. Sokaklar çok temiz, düzenli, trafikte sürücüler inanılmaz saygılı. Bizim burada otobüs beklerken 2 durak yazar, İspanya’da 2 dakika yazardı. İki durak arası iki dakika mı, on dakika mı sürer bilemezsin ki?

Onun dışında beni en çok şaşırtan akşam yemeği buluşma saatleriydi. Bir gün hep beraber akşam yemek yiyeceğiz dediler. Tamam, saat kaçta buluşuyoruz diye sordum. Saat 10.00’da dediler. Öncesinde ben bir şeyler yedim gittim. Saat 2.00'a kadar akşam yemeği devam ediyor. Ardından da bir yerlere eğlenmeye gidiyorlar. Ertesi günü iş var ama sorun değil zaten siesta sebebiyle saat 2.00 a kadar çalışıyor.

İlk gittiğimde insanları da biraz garip gelmişti. Özellikle erkekleri. Tanışma anında  erkekler hemen yanaktan “canım gel” diye öpüyorlardı, burada da var ama orada daha çoktu. Fazla sıcak insanlar anlayacağın.
  • Dil eğitimin ve Zaragoza’da yaşayan insanlarla iletişim kurman mümkün oldu mu? 
İzmir Kalkınma Ajansı’nda çalışırken bir kur İspanyolca kursuna gitmiştim. Kesinlikle kişinin tek başına çalışarak öğrenebileceği keyifli bir dil. İspanya’ya gittikten sonra üniversitenin dil okuluna gönderdiler. Burada 6 ayda öğrendiğin dili orada bir ayda öğreniyorsun. Bir de öğrendiğin ispanyolca kraliyet ispanyolcası değil sokak İspanyolcası. Bir Gençlik Gazetesi’ne ilan vermiştim : “Merhaba ben Gökçe, Türk bir kızım, İspanyollarla İspanyolca pratik yapmak istiyorum” diye yazıp telefon numaramı bıraktım. Bütün gün telefonum hiç susmadı ama çok güzel arkadaşlık kurduğum insanlarla tanışma fırsatı buldum. Aksamları yürüyüşe çıkıp sohbet ettiğim İspanyol arkadaşım vardı. Gerçekten çok zorlanıyordum onunla konuşurken ama İspanyolcamın gelişmesine çok faydası oldu. İlk gittiğim günlerde yer yön soran çok oluyordu, İspanyolca bilmiyorum deyip geçiştiriyordum ama sonradan keyifle anlatmaya başladım.



  • İspanya’ya gidersek mutlaka nereleri görmemizi tavsiye edersin? Seyahat edebildin mi?
Herkes gibi ben de Barselona’ya bayıldım, mutlaka görülmesi gereken bir yer. Zaragoza da öyle. En büyük katedraller hep bu bölgede.  AGH gönüllüleri için yapılan iki eğitime katıldım biri Portekiz sınırındaydı diğeri de Malaga’da. Görülmeye değer inanılmaz yerlerdi her ikisi de, bu eğitimler olmasaydı görme imkânım olmayabilirdi. Farklı ülkelere gidemedim ama İspanya’da çok fazla seyahat ettim. Herkese İspanya’yı görmeyi tavsiye ediyorum.
  • Peki sen? Yeniden gitmeyi düşünüyor musun İspanya’ya? 

Bir gün mutlaka yeniden İspanya’ya gideceğim. Ama açıkçası İspanya’da bu kriz sürecinde iş edinmek çok mümkün mü bilmiyorum. Yüksek lisans programı için tekrar İspanya’ya gidebilir miyim ya da burada yüksek lisansa başlayıp İspanya’da sürdürebilir miyim diye düşünüyorum.  Bir fırsat çıkarsa ardıma bakmadan çeker giderim. En azından arkadaşlarımı görmek, İspanyolca konuşma açlığımı gidermek için tekrar gideceğim. Çok özlüyorum orayı. 


(Trex EVS Ekibi olarak Gökçe'ye çok teşekkür ediyoruz. Bol şanslar) 


1 yorum:

  1. Ah güzel kızım.. Yana döne seni arıyorum.. Nasıl da özlemişim.. Eldeki telefon numaralarını yorulmadan çevirsem de artık işe yaramaz olmuşlar ki sana ulaşamadım.. Keşke ulaşmak mümkün olsaydı.. Bir merhaba deyip, haberlerini alabilseydim.. Yaprak ablan seni çok özledi..

    YanıtlaSil