30 Eylül 2010 Perşembe

The Town Next Door

Meriç' in projesi 13 Ağustos 'ta başladı ve Selanık'te olacak on ay boyunca ... Meriç 'ten gelen ilk izlenimleri paylaşıyoruz sizlerle ve busefer bir değişiklik yapıp fotoğraf eklemedık, onun yerine en altta koyduğumuz linkten bir fotoğraf albümüne ulaşabilirsiniz :))

iyi okumalar ,


EVS ile ilgilenmeye başlayan gönüllü adaylarına gitmek istediği ülkeyi sorarsanız, çok büyük ihtimalle iki genel yanıt alırsınız. Bunlardan birincisi gönüllü hizmetini alışık olduğu sıcak kültürün içerisinde gerçekleştirmeyi tercih eden kişilerin seçimi olan Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz'dir. Yıllardır yaşadığı kültürden uzaklaşıp biraz nefes almak isteyenlerin tercihi ise büyük bir hevesle en başta İngiltere, daha sonra Baltık ve Benelux ülkeleri olacaktır.

Bir de tercihi ikinci gruptan yana olan fakat gerek Kuzey Avrupa'nın proje zamanı uyuşmazlığı, gerek Akdeniz ülkelerindeki proje bolluğu sebepleri ile görece az bir motivasyon ile Akdeniz ülkelerine gitmek durumunda kalan üçüncü bir grup var. Umuyorum ki bu yazı (özellikle bu ilk kısımdan sonra gelecek olanlar) içlerinde hafif bir buruklukla sadece yarım saat sürecek uçak bir yolculuğuna hazırlanan bu grubun mensuplarının önyargılarını azaltmalarına yardımcı olur.

Ülke seçim sürecimde gerek kültür, gerek coğrafik açıdan Türkiye'ye çok yakın olduğu için Yunanistan'ı hiç düşünmeden son sıraya koyduğumu görüştüğüm herkese ısrarla dile getiriyordum. Bu görüşümün hala arkasında durmama rağmen önyargılarımın çoğunda ne kadar haksız olduğumu daha Atina'ya iner inmez anlayacaktım.Tedirginlik yüzünden sadece 1 saat uyunmuş bir gecenin ardından uyku sersemliği ile dış hatlar terminalinde son derece naif İzmir-Atina uçağının kalkmasını beklerken, uzun zamandır yaşamayı tasarladığım "yurtdışına çıkış öncesi heyecanı"'nın beklediğim gibi olmadığını, hatta, o duruma özel ayrı bir hissyatın dahi bulunmadığını farketmek hiç hoş değildi.Benimle birlikte sadece 44 yolcu ile, 55 dakika sürmesi planlanan fakat sonradan 45 dakika olarak ilan edilen kısacık bir uçuştan sonra elimdeki kahve bile bitmeden Atina'ya indik. Selanik trenine bilet alacağım istasyona giderken yıllardır Türkiye'ye yüklenilen o havalı "doğu ile batı arasındaki köprü" olma misyonunun en azından demografik ve kültürel açıdan buraya daha çok yakıştığını düşünmeye başladım.


Atina'ya öğlen gelip gece Selanik'e geçecek olan birisinin kutsal turistlik görevini yerine getirerek gün boyunca şehrin gezilebilecek bütün önemli yerlerini gezmesi beklenir. Fakat varış sonrası eğitimi Atina'da olacağı için bu ritüelleri daha telaşsız olan o zamana erteleme şansım olduğuna kanaat getirip sadece Efsun askerlerini görüp daha sonrasında da yakında bir yerlerde vakit geçirmek için Syntagma Meydanı'na gittim. Burada askerler kadar görülmeye değer bir başka şey de yirmisi birden üstünüze korkmadan konabilen, bir cafenin dışarıdaki masasında oturmuş yemek yerken önce sandalyeye, sonra masaya çıkıp size meydan okuyan mükemmel karakterli güvercinler. İnsan ilişkileri bu kadar gelişmemiş, fakat yine de medenileşmeyi başarabilmiş diğer bir güvercin kolonisi Selanik'te de mevcut.

Akşam olup da yeniden istasyona gittiğimde ise sabah karşılaştığım kozmopolit hava, akşam trenlerini bekleyen insanlar ile çoktan bir mahşer kalabalığı haline dönüşmüş beni bekliyordu. Ben ise bütün bu gürültü ve koşuşturma arasında uykusuzluktan valizime başımı dayayıp 23.59'a kadar dakikaları sayarken, acaba Interrail'in akıl kârı bir aktivite olup olmadığını sorguluyordum. Ama ne de olsa Interrail'ciler gece trenlerinde uyuyabiliyorlardı, ben de trene binip oturduktan sonra sabaha kadar uyuyabilecektim. Eğer trenle değil de havaalanından uçak ile Selanik'e geçseydim, gece treninin mantıklı bir opsiyon olduğunu hala düşünüyor olacaktım. İyi ki uçakla gitmemişim...Geceyarısına doğru istasyonda bekleyen kalabalığı Selanik ve çevre illere ulaştıracak tren sonunda geldi. İnanılmaz büyüklükte bavulları ile trene akın eden yüzlerce yolcu aynı anda zavallı OSE treninin çelimsiz kapılarını zorlayarak içeri doluştu. Az önce tüm istasyonu dolduran kalabalığın neredeyse tamamının bir trene sığabilmesini havasızlık ve sıkıntı içerisinde izlerken, aynı sırada yolculuğun ilk bir buçuk saatini kapsayan “oturacağı yeri bulmaya çalışırken koridordakilerden yol isteme” ritüeli başladı. Vagonun diğer ucunda yerimi bulduğumda birisinin çoktan koltuğa uzanıp uykuya dalmış olduğunu gördüm. Kendisini uyandırdığımda ise uyanıp kalkıp kibarca yer verdi vermesine ama bir süre sonra bavulumu olduğum yere getirmek için kalkıp geri geldiğimde ilk manzara ile tekrar karşılaştım.

Siz, gece treni düşünenler, hatta gece treni düşünmekle kalmayıp üstüne uyumayı düşünenler,içinde uyuacağınız ambiyans yaklaşık şu şekilde olacak: Sabaha kadar aynı parlaklıkta yanan floresan ışıklar... (haklı olarak) uyuyamayıp sohbet eden yüzlerce yolcunun uğultusu... uykuya dalma şansı bulduğunuzu hissettiğiniz o mucizevi anların en güzelinde diğer yolcuları azarlaya azarlaya biletleri kontrol etmeye başlayan kondüktör... Gece boyunca yanıbaşınızda vagona girip çıkan yolcuların açtığı hidrolik kapının, okurken hissedilmeyen, ama duyulduğunda ne kadar sinir bozduğu anlaşılan sesi... yaklaşık saatte bir hoparlörlerden ilkokul megafonlarının benzeri bir ses tonunda, gelinen durakları anons eden esrarengiz ses... Bu ambiyans içerisinde uyuyabileceğine gerçekten inanan kişilerin geçirdikleri/geçirecekleri Interrail deneyiminin oldukça sorunsuz, hatta konforlu olduğunu/olacağını düşünüyorum.

Günün ağardığı ve bunun ruya mı gerçek mi olduğunu anlayamadığım bir anda anonsçu esrarengiz görevlinin “Thessaloniki” dediğini duymam, istasyona varmamız ve yolcuların apar topar istasyona inmesi arasında geçen süre sanırım maksimum iki dakika sürdü. Yolculuğun son durağına varmanın verdiği rahatlamanın yanında, aynı zamanda etrafıma bakınıp kendi kendime “Ee, bu mu yani”? diye sorarak vakit geçirmeye başladım. Bir saat kadar sonra insanlığın belki de tanık olabileceği en eğlenceli mentor olan Aris’i, bir elinde frappe, öteki elinde su şişesi ile acele etmeden, gülümseyerek, yarı Türkçe yarı Yunanca söylenerek bulunduğum yere doğru gelirken gördüğümde, “Ee, bu mu yani”? sorusu yerini “Daha ne olsun?”’a bırakmıştı bile...

EVS’in sizi sadece gönüllülük yapacağınız yere varmanıza kadar geçen sürede bile nereden çıktığını anlamadığınız bir sürü anı sahibi yapması, evde oturmuş tereddüt içinde kendinizi “Ne gideceğim şimdi durduk yerde?” diye sorguladığınız zamanlara gülmenize yetiyor da artıyor bile...

http://picasaweb.google.com/soulsentwine/ThessalonikiPhotos#

Meriç Kutyar Gül

İzmir-Atina-Selanik
11-12 Ağustos 2010

2 yorum:

  1. yaklaşık 2 sene önce yazın ben de 9 kişilik bir Türk ekibi ile aynı yolculuğu yapmıştım ve tren karmaşasını hiç unutamayacağım. üstelik geceyarısı trene binip yer kapma telaşı sırasında Trakya'ya gidecek başka bir Türk aile ile de tartışmak zorunda kalmnıştık. Koca Atina'da adam kalmamış gibi iki Türk grubu birbirimizi bulup trenin içinde tartışmıştık.çok komikti ya! bir de ağustos ayında olmamıza rağman trenin içinde çok üşüdüğümüzü hatırlıyorum ama çadır kampına gittiğimiz için bir arkadaşımız yanına battaniye almıştı:) battaniyeyi üstümüze örterek selanik'e kadar güzel bir uyku çekmiştik :)))

    YanıtlaSil
  2. valla ben de aynı yolculuğu iki kere yaptım , ilki serkanın söylediği 9 kişilik grupla idi, bende cok üşüdüğümüzü ve ne varsa üstümüze giydiğimizi hatırlıyorum ve o ışıklar hep yanmıstı cok rahatsız edici idi :S hele türk amcayla kavgamız ayrı bir komedi , ikinci seferde ise deneyimli oldugumdandır belki üşüdüğümü pek anımsamıyorum ve şefiğin göbeği fazlası ile konforluydu uyumam için :d sanrım bu konuda uzmanlaştım, heryerde tren garları, otogarlar, gemiler , otobüsler , hele ki trenler benim için en rahatları :D parklarda , havaalanlarının o metal koltuklarında bile uyuyabiliyorumm:)))

    YanıtlaSil