Bir Pazar Klasiği ile tüm AGH
Takipçilerine Merhabalar;
Bu sıcak Haziran yazında sizleri buz gibi
serinletecek İspanya sohbetimiz var. Evet evet, deniz, kum ve güneş üçlüsüne
bir de TREX EVS'i ekleyin ve hep birlikte Gökçe Kılıçaslan ile İspanya'ya
gidelim.
Gökçe Kılıçaslan İzmirli hatta Bornovalı, öyle
Bornovalı ki Ege üniversitesi Sosyoloji mezunu olması da cabası.
2011 Ocak ayında başlayan 8 aylık bir AGH
macerası var. İspanya'nın Zaragoza şehrinde unutulmayacak, her günü birbirinden
dolu ve bitmesini hiç istemediğini bir AGH tecrübesi yaşadı...
Büyük bir heyecanla, sabırla ve
kararlılıkla başladı AGH hazırlıklarına. Hiç bir şey bilmiyordu, ince eleyip
sık dokudu, milyonlarca soru sordu, defalarca red aldı, ısrarla İspanya'ya
gitmek ve mezun olduğu bölümle de bağı olan bir projenin parçası olmak
istiyordu. Fazlası oldu. İsteklerini, beklentilerini umduğundan da güzel
duygularla yaşadı. Hangi anısını anlatsa çok iyiydi diye bitirdi cümlelerini...
Bizim için de çok iyi bir röportaj, keyifli bir sohbetti. Eylül Cafe'de biten
sohbetimizin ardından hemen uçağa atlayıp İspanya'ya gitmeyi arzu ettik...
Haydi buyurun,
Bu ay Gökçe Kılıçaslan ve İspanya anıları
ile Pazar Keyfi yapalım:
- Sahi Gökçe, AGH nasıl girdi hayatına? Hikayenin en başından başlayalım mı?
2005 Universiade Oyunlarında
gönüllü çalışıyordum. Birlikte gönüllülük yaptığımız arkadaşımla bir gün yolda
karşılaştık. Sene 2008. Başladı bana ayaküstü AGH'yi anlatmaya. Benimde epey
dikkatimi çekince eve gelir gelmez araştırmaya başladım. (internet ve
bilgisayar ile aram iyidir.) Ulusal Ajans sitesinin altını üstüne getirdim.
O dönem kısmı zamanlı İzmir Kalkınma Ajansı'nda çalışıyordum. İşten ayrılınca
daha detaylı ilgilenmeye başladım.
- Neden İspanya ya da sadece İspanya mıydı? AGH başvuru dönemi en sancılı zamanlardır, sen nasıl yönettin o dönemi?
Trabzon’da Karadeniz Oyunları
Olimpiyatları vardı. Universiade ekibi ile gittik, ben de orada İspanyalılar ile
tanıştım, çok sempatiklerdi, bayıldım hepsine. Trabzon'dan
dönünce benim aklıma bir İspanya düştü. Madem AGH yapacaktım İspanya'da olsun
dedim. Gerçi bana sadece bir ülkede takılı kalma diyen çok olmuştu ama ben
İspanya diye tutturmuştum.
Daha
sonra gönderdiğim kurumlardan tek tek red mailleri geldi. Başta sadece bana
gönderilen mailler zannediyordum ama benim gibi milyonlarca gönüllüye
gönderiyorlarmış. Tam bir red maili de olmuyordu. Şu an boş yerimiz yok, daha
sonra yine başvurun değerlendirelim gibi mesajlar alıyordum.
Sonra
İtalya’dan, Polonya’da mailler gelmeye başladı: “Gökçe seninle çalışmak istiyoruz sen de istersen senin için ulusal
ajansımıza başvuru yapacağız.”
Bu yaklaşık iki ay beklemek demek oluyor,
Başvuracaksın, bekleyeceksin olumlu dönerlerse AGH sürecin başlayacak. Hiçbiri
olumlu dönmedi. Ben
korkmaya başlamıştım olmayacak sanırım diye.
Olmaz
olmaz olur ya, tam o dönemde İzmir Kalkınma Ajansı’nda çalışırken arkadaşlarım 2008
Expo’nun olacağı İspanya şehri Zaragoza’ya gittiler, ziyaret amaçlı.
Döndüklerinde anlata anlata bitiremiyorlar, fotoğraflar paylaşıyorlar. Ben Zaragoza’ya
karşı bir sempati duymaya başladım. O esnada Zaragoza’da göçmenlerle çalışan
bir kurum buldum ve sadece onlara özel ve odağında o proje için yapacaklarım
yazılı olan bir motivasyon mektubu yazdım, gönderdim. Maria diye biriden yanıt geldi. Olumlu döndü ve proje için benimle birlikte Fransa’dan bir gönüllü adına
İspanya Ulusal Ajansı’na başvuracaklarını söyledi. Ben artık öğrenmiştim süreci,
beklemeye başladım. İlk başvuruda olmadı, ülke krizde olduğu için bir gönüllünün
parasını verdiler. Sonra ümidi kesmedik, bu defa benim adımla
başvurduk ve projemiz kabul edildi.
- Ohh diye nefes almışsındır?
- Madem başlıyoruz gitmeden önce yaptığın son hazırlıkları anlatır mısın?
Vize görüşmelerinde şanslıydım. Rekor olacak bir
süreyle bir hafta içinde aldım vizemi. Gitmeden Ankara’da ayrılış öncesi
eğitimine katıldık. Eğitmenler karşımıza çıkacak durumları anlattıkça,
paylaştıkça ben de Maria’ya mail atıyordum, evim nasıl, internetim olacak mı,
şu nasıl, bu mümkün mü diye. Ankara’da, İspanya’ya
gidecek başka bir gönüllü ile tanıştım. Vize sürecinde sürekli iletişim
halindeydik. Hatta aynı gün, yan yana
birlikte gittik İspanya’ya.
Açıkçası
korkmaya da başlamıştım. Ailemden ayrılmak ve bilmediğim bir yere gitmek hissi
beni tedirgin etmeye başlamıştı.- Bir yandan da şunu sormazsak olmayacak? Nasıl bir motivasyon ki bu bu kadar emek veriyorsun, peşini bırakmıyorsun ve hiç bilmediğin durumları göze alıyorsun?
İlk ay baya
sıkıntı yaşamıştım. Dönmeyi bile düşündüm ama oradan başarısız olup dönme
fikrini kabul edemezdim. İki insan tipi var: Birincisi bir şeyi ister olmazsa bırakır
ama benimkisi tamamen diğeri, onu kafama takmıştım ve elde etmek için
elimden geleni yaptım. Her şeye rağmen hala olmuyorsa
üzülmüyorum. Korkularım vardı ama çok isteyerek İspanya’ya gittim.
- Harika! Bütün dertlerin, sıkıntıların, sorunların üstesinden gelmişsin, tebrik ediyoruz. Peki neler yaptın İspanya’da, kurumunu, çalışma şartlarını, iş arkadaşlarını anlatır mısın?
İspanya’ya
gittiğimde beni Maria karşıladı. Hem kurumda çalışıyordu hem de mentörlüğümü
yapıyordu. Projemin hedef kitlesi; İspanya’da yaşayan göçmenlerdi. Daha çok
G.Afrika’dan gelen kadın göçmenler için çalışıyorduk. Çalışma saatlerim de çok
güzeldi saat 09.00 ile 14.00 arasındaydı. Evde dört kişi kalıyorduk. Bir Alman erkek
gönüllü, bir Polonyalı kadın ve bir Fransız kadın gönüllü ile paylaşıyordum
evimi. Kuruma, Zaragoza’ya ve iş arkadaşlarıma alıştıkça daha çok işin içine dâhil
oldum. Eylem projesi yazdım, bizden sonra gelecek gönüllülerin seçimlerinde yer
aldım. Zaragoza’ya gelecek genç turistler için hazırlanan bir reklam
kampanyasında bile yer aldım. Çok güzeldi her şey.
Başta her şey
çok zordu. Fransız gönüllü bana karşı önyargılıydı. “Bütün gün birlikte çalışacağız o yüzden odamız aynı olmasın tüm hayatımızı
ortak mı yaşayacağız?” demiş ben eve gelmeden önce. Polonyalı gönüllü ile
aynı odayı paylaşıyorduk. Ben en ufak
bir gürültüye bile tahammül edemem ama çok sık karşılaşıyordum. Evin salonunda
uykum gelinceye kadar oturup oturup odama öyle uyumaya gidiyordum.
Temizliğe çok
önem vermiyorlardı. Bir gün bulaşık beziyle ayakkabılarını sildiklerini görünce
hemen kendime plastik tabak, kaşık alıp bana özel ayrılan dolaplara
yerleştirdim.
Haftada bir
hepimizin ortak yiyeceği yemekler hazırlayıp birlikte yerdik. Onun dışında
herkes kendi yemeğini kendi hazırlıyordu.
Bazı olumsuzlukları tolere
etmeyi ve sabretmeyi öğreniyorsun. Zamanla birbirimize alıştık ve inanılmaz
güzel arkadaşlıklar kurduk. Bu yaz, temmuzda Fransız arkadaşım 10 günlüğüne beni
ziyaret etmeye Türkiye’ye gelecek. Çok
heyecanlıyım şimdiden. Meryem Ana’nın evine götürmeyi düşünüyorum. Kendisi koyu
bir Katolik. İspanya'dayken her pazar mutlaka ibadetini yapardı.
- “İspanya’da Hayat “ başlıklı bir kompozisyon yazsan eminiz sayfalar sürer ama bir resim çizmeni istesek neler olur içinde?
İspanyollar çok rahat insanlar, siesta saatleri,
akşam yemekleri, pazar tatilleri aslında Türkiye’de hiç alışık olmadığımız
şeylerdi. Pazar günleri bütün mağazalar, alışveriş merkezleri kapalı olurdu. Ekmek
alabileceğimiz sadece bir market bulabilirdik. O yüzden tüm alışverişimi cuma,
cumartesiden hallederdim. Sokaklar çok temiz, düzenli, trafikte sürücüler
inanılmaz saygılı. Bizim burada otobüs beklerken 2 durak yazar, İspanya’da 2
dakika yazardı. İki durak arası iki dakika mı, on dakika mı sürer bilemezsin
ki?
Onun dışında beni en çok
şaşırtan akşam yemeği buluşma saatleriydi. Bir gün hep beraber akşam yemek
yiyeceğiz dediler. Tamam, saat kaçta buluşuyoruz diye sordum. Saat 10.00’da
dediler. Öncesinde ben bir şeyler yedim gittim. Saat 2.00'a kadar akşam yemeği devam
ediyor. Ardından da bir yerlere eğlenmeye gidiyorlar. Ertesi günü iş var ama
sorun değil zaten siesta sebebiyle saat 2.00 a kadar çalışıyor.
İlk gittiğimde insanları da biraz garip
gelmişti. Özellikle erkekleri. Tanışma anında erkekler hemen yanaktan “canım gel” diye öpüyorlardı, burada da var ama orada daha çoktu. Fazla
sıcak insanlar anlayacağın.
- Dil eğitimin ve Zaragoza’da yaşayan insanlarla iletişim kurman mümkün oldu mu?
İzmir Kalkınma
Ajansı’nda çalışırken bir kur İspanyolca kursuna gitmiştim. Kesinlikle kişinin
tek başına çalışarak öğrenebileceği keyifli bir dil. İspanya’ya gittikten sonra
üniversitenin dil okuluna gönderdiler. Burada 6 ayda öğrendiğin dili orada bir
ayda öğreniyorsun. Bir de öğrendiğin ispanyolca kraliyet ispanyolcası değil
sokak İspanyolcası. Bir Gençlik Gazetesi’ne ilan vermiştim : “Merhaba ben Gökçe, Türk bir kızım,
İspanyollarla İspanyolca pratik yapmak istiyorum” diye yazıp telefon
numaramı bıraktım. Bütün gün telefonum hiç susmadı ama çok güzel arkadaşlık
kurduğum insanlarla tanışma fırsatı buldum. Aksamları yürüyüşe çıkıp sohbet
ettiğim İspanyol arkadaşım vardı. Gerçekten çok
zorlanıyordum onunla konuşurken ama İspanyolcamın gelişmesine çok faydası oldu.
İlk gittiğim günlerde yer yön soran çok oluyordu, İspanyolca bilmiyorum deyip
geçiştiriyordum ama sonradan keyifle anlatmaya başladım.
- İspanya’ya gidersek mutlaka nereleri görmemizi tavsiye edersin? Seyahat edebildin mi?
Herkes gibi
ben de Barselona’ya bayıldım, mutlaka görülmesi gereken bir yer. Zaragoza da
öyle. En büyük katedraller hep bu bölgede.
AGH gönüllüleri için yapılan iki eğitime katıldım biri Portekiz
sınırındaydı diğeri de Malaga’da. Görülmeye değer inanılmaz yerlerdi her ikisi
de, bu eğitimler olmasaydı görme imkânım olmayabilirdi. Farklı ülkelere
gidemedim ama İspanya’da çok fazla seyahat ettim. Herkese İspanya’yı görmeyi tavsiye
ediyorum.
- Peki sen? Yeniden gitmeyi düşünüyor musun İspanya’ya?
(Trex EVS Ekibi olarak Gökçe'ye çok teşekkür ediyoruz. Bol şanslar)
Ah güzel kızım.. Yana döne seni arıyorum.. Nasıl da özlemişim.. Eldeki telefon numaralarını yorulmadan çevirsem de artık işe yaramaz olmuşlar ki sana ulaşamadım.. Keşke ulaşmak mümkün olsaydı.. Bir merhaba deyip, haberlerini alabilseydim.. Yaprak ablan seni çok özledi..
YanıtlaSil