Bazen ne yapmaya gidiyorsun diye soran olursa “yazmaya
gidiyorum” derim, diyorum ama mütevazılığım tutuyor, söyleyemiyorum.
Yazacağım sadece. Ne görürsem, ne düşünürsem, ne hissedersem, ne
anlarsam, ne anlatırsam…
Hepsini yazacağım.
Ama önce, henüz başlamayan hikâyeye bir önsöz yazacağım.
Cümlelerime bu hikâyede emeği geçen çok sevgili aileme, arkadaşlarıma,
meslektaşlarıma teşekkür ediyorum diyerek başlamak garip gelebilir ama ilk bunu
yapmalıyım, unutmadan…
Bir gün gökten bir elma düştü ve bana “Neden sen de AGH
yapmıyorsun?” diye sordu. Ben de, “nasıl yani, ben mi, olur mu öyle şey,
okul, iş, güç” deyince, “Oraya buraya AGH çok güzel bir şey, sizde
gençliğinizi keşfetmek için AGH yapın, hiç durmayın diyen sen değil miydin? Eee
ne duruyorsun o halde” dedi. Ben de başladım AGH için bir mektup
yazmaya.
Mektup yazmak AGH hayallerinin kurulduğu en güzel aşama. En
naif, en duygusal anların yaşandığı tek taraflı ilişki adeta. Yazdığım mektubu
göndereyim diye sabırsızlıkla bekleyen insanlar, kurumlar var diye düşünüyorum
en saf halimle… Ben onlara mektubumu göndermesem sanki onlar beni arayacak,
nerede kaldın diye soracaklar? Öyle bir ruh haline bürünüyorsun mektubu
yazarken…
Neyse ki, bu halet-i ruhiye çok sürmüyor. En azından ben de çok
sürmedi. Başta her projede, her ülkede çalışamam diye çok seçerek
yaklaşıyordum. Ben, onlara mail gönderdikçe onlar tıka basa dolu otele
rezervasyon yaptırmaya çalışıyormuşum gibi “üzgünüz, hiç boş yerimiz yok,
daha sonra, umarım” tadında yanıtlar veriyordu.
Onlar beni geri çevirdikçe ben ikincisini gönderdim, onlar beni
yedek listeye ekledikçe ben listeme yeni projeler dâhil ettim, daha çok proje
veri tabanını arşınladım, daha çok ülkede karar kıldım…
Onlar geri döndükçe ben profesyonel düşünen insanların
fikirlerinden beslenerek ve teknik desteklerini alarak efektli, havalı
mektuplar yazdım, Avrupa’dan tamam maili gelinceye kadar aklımıza gelen her
kapıyı çaldık. Zorla girmeye bile çalıştığımız oldu. Bazen kapısını açmış gel
diyen de oldu ama bu defa da benim içim ısınmadı, bekle dedim kendime, acele
etme.
Sonra bir gün bu sevda olmayacak dediğim gün capcanlı bir ses
telefonun diğer ucunda “Strasburg’da proje var gider misin, bak hem
Strasburg güzeldir, Avrupa Parlamentosu da orada, İnsan Hakları Mahkemesi
Gençlik Merkezi, üniversiteler falan bulursun kendine oralarda bir şeyler”
dedi. Hayır, olmaz diyemedim. Açtım baktım projeye, peki giderim dedim.
“Ama Fransızca bilen birini istiyorlar!” dedi. Proje için Fransa Ulusal Ajansı’na başvurulacak, kabul
edilirse eylülde başlayacaksın dendi. Bu demek oluyor ki en az 7 ay
beklemem gerekiyor. Ben yine tamam dedim. Onlar beni kabul ederse ben de
gidinceye kadar Fransızca dersi alırım diye anlaştık.
Haydi bakalım. Proje gönderildi… Bekle.
Ya proje kabul edilmezse. Ya olmazsa bu defa da.. Ya bu
kadar beklediğimle kalırsam derken bir sabah koordinatör kuruluşumdan mail
geldi;
“ Bonjour Ayşe, çok mutluyuz, projemiz kabul edildi, seninle
buluşmak için sabırsızlanıyoruz”
Ya ben ya ben…
Havalara uçuyorum. Hemen telefona sarılıp sevdiklerime, benimle
birlikte bekleyenlere haber veriyorum. Onlara haber verirken gerçekten
beklediğim mail, bu mail mi diye kontrol ediyorum. Evet, sonunda diyorum,
nihayet geldi…
Hemen ertesi günü Fransızca kursuna başladım. Zaten gözüm
sürekli Fransız Kültür Merkezi’nin ders programındaydı. Hiç vakit kaybetmeden
kaydımı yaptırdım…
Sonra yeniden bir boşluk oldu içimde… Evet, AGH yapmayı çok
istedim, bütün planlarımı beklettim, yüksek lisans başvurusu yapmadım, iş
görüşmesi tecrübesi edinmedim. Sahiden AGH’yi istiyor muyum ben… Kendimce
öylesine büyük görevler yüklemiştim ki AGH’ye; ailem itiraz etmesin, beni
desteklesinler diye onun bulunmaz bir fırsat olduğunu, eğer AGH yaparsam çok
daha kolay iş bulacağımı iddia ediyordum. Aslında, kendimi rahatlamak için
bahaneler uyduruyordum ama sonradan düşündüm de buna ihtiyacım yok ki…
Ben bir yıl boyunca Avrupa’da yaşayacağım, yeni insanlar
tanıyacak, yeni bir kültürün parçası olacak o kültürde kendimde hiç bilmediğim
yönlerimi keşfedeceğim.
Ben kendimle buluşacağım. Üniversite hayatı boyunca
ailesiyle yaşamış, akşam en geç 11 de evde olmaya çalışan küçük kız çocuğu
olarak bir ev geçindirmenin nasıl bir şey olduğunu tadacağım.
Çocukların dilinden konuşmaya çalışıp, bir Avrupalının gözünden
bakmaya çalışacağım yaşadığım ülkeye, şehre…
Ben aslında en çok kendime açılan kapıdan içeriye girmek
istediğim için AGH yapıyorum.
Ve şimdi Fransa’dayım. Küçük
bir Fransız köyünde. Hayatlarını yaşadıkları evlere, bindikleri arabanın
bakımına adayan sakin Fransalılar ile selamlaşıyorum her gün. Sınırın bu
tarafında, Almanya ile yıllarca süren savaşın anısını hiç unutmayan,
unutturmayan, andıkça anlatan, anlattıkça barış için çabalayan sakin
Fransalılar ile başlıyorum güne.
Kısa bir süre daha buradayım. Yaklaşık iki haftadır koordinatör
kuruluşumun hazırladığı eğitim programında hem Fransız kültürünü tanıyorum, hem
de gönüllü olarak sorumluluklarımı, haklarımı öğreniyorum. Benimle aynı amaç
için, benden farklı programlarla gelen yaklaşık 80 gönüllü ile birlikte hem
gönüllülük bilinç düzeyimizi arttırıyoruz hem de Fransa’da daha iyi şartlarda
yaşamak için günde 6 saat Fransızca dersleri alıyoruz. Yoğun program bittikten
sonra evime, Strasburg’a gideceğim. Bir İtalyan ev arkadaşım var. Burada
tanıştık. Benim azıcık Fransızcam onun azıcık İngilizcesi ile şimdiden
birbirimize yapacağımız yemeklerden, çıkacağımız seyahatlerin planlarından
konuşuyoruz. Sakince yeni bir hayat kuruyorum anlayacağınız burada kendime.
Getirdiğim birkaç kitap, çaydanlık ve bir sürü defterle. Neden bu kadar çok
defterim var, bilmiyorum… Ama en çok defterim var, kimisi boş kimisi dolu.
Böyle başlıyor hikâyem, bir Fransız köyünde, kilisenin
merdivenlerinde yazıyorum ilk satırlarımı… Burada fark ediyorum iletişimin ilk
kelimesi merhabadan sonra teşekkür ederim… Bütün bağlar hep teşekkür ederim ile
kuruluyor insanlar arasında. Ben de hiç kopmayacak bağlar istediğim için
yeniden teşekkür ediyorum…
Evet başlıyoruz…
Bonjour La Petite France
Ayşe Kavas
16.08.2012
Niederbronn/France
kaynak: http://aysekavas.blogspot.fr/2012/08/bonjour-la-petit-france.html
tüylerim diken diken oldu yazıyı okumayı bitirdiğimde, ellerine sağlık, ne de güzel anlatmıssın , devamını bekliyor olacağız bizi habersiz koyma..
YanıtlaSilÇok beğendim, gözyaşlarımı tutamadım. Pek çok ortak yanımız var.Özellikle gece 11 kısmında ;)
YanıtlaSilEn kalbi duygularımla destekliyorum seni Ayşe...
inan ki şu an ürperdim. bu kadar mı benzer.Sonra yeniden bir boşluk oldu içimde…ile başlayan kısım aynı ben şu an fransada agh yapabilmek için kuruluş arıyorum sene bu zamanlar gidebilme hayali kuruyorum. umarım olur. 11 de evde olması gereken bir kül kedisi daha onu bekleyen tecrübelerine kavuşur. o bir sene hiç gözümde yok. şu an son sınıfta okuyorum ve aynen diğer tüm arkadaşlarım anında işe başlayacak içimde bunun şüphesi var değecek mi diyorum kendime
YanıtlaSilama biliyor musun nasıl istiyorum!!!!
çok istiyorum!
olsun be :)
yazılarının devamın şevkle bekliyorumı
Merhabalar,
YanıtlaSilBugün evime yerlestim, biryıl yasayacagım evin sokaklarında gezindim uzun uzun, evimin ilk alısverisini de yaptım. Hersey hayalini kurdugum gibi...
Sen hayalini kur sonra da olması için caba harca gerisi geliyor inan bana.
Çok istersen oluyor.
Sevgiler :)
Ayşe çok güzel bir yazı ! ben de evs hayallerimi işti aileydi kardeşimin okuluydu erteledim durdum. tam kabul gelmişken iş buldum diye kabul edemedim ve deli gibi pişmanım. kesinlikle kaçırılmaması gereken bir fırsat, özellikle külkedileri için =) çok güzel zamanların olsun !
YanıtlaSildostum hikayeni bir de yazdığın blog'tan okumak müthiş bir keyifti, heyecanım tekrar arttı. güzel yürekli arkadaşım, kalemine sağlık :)
YanıtlaSil