Geçenlerde katıldığım bir seminerde anılarım canlandı tekrar, yaşadıklarım aklıma geldi, keşke bir daha yapabilsem diye geçirdim içimden.2007 yılında on iki ay boyunca bu deneyimi Almanya’nın en güzel şehirlerinden birinde, Freiburg im Breisgau da yasamıştım. Çalıştığım yer Katolik kilisesinin yardım kuruluşu olan CARITAS’in bir alt kuruluşuydu. Çalıştığım gençler ise 14-21 yaş arasında ve hayatın acı yüzüyle biraz erken tanışmışlardı. Kimileri alkol ve uyuşturucu madde kullanımından dolayı okuldan atılmış, kimileri ise ailesi tarafından boşluğa atılmışlardı. Onlarla çalışmak gerçekten zordu ama galiba bu da benim tam aradığım şeydi.
AGH ile tanışmam aslında tamamen tesadüfen oldu. Erasmus Programı ile ilgili araştırma yaparken internette karşılaştım onunla, o gece bulduğum bütün metinleri okudum. Programın AB tarafından düzenlenmesi ve Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatı tarafından organize edilmesi çabuk ısındırdı beni bu olaya, acaba ile başlayan bir soru hiç gelmedi aklıma. Sonradan etrafımdaki insanlara sordum. Hiç kimse böyle bir şeyin varlığından haberdar değildi. Nasıl olabilirdi ki? Birileri size böyle bir deneyim yaşamayı vaat ediyor, üzerine bütün masrafları karşılayacağını da ekliyordu. Bu şey neden Erasmus kadar meşhur olamamıştı? Bu sorunun cevabını halen bilmiyorum.
Program hakkında yeteri kadar bilgi edindikten sonra bunun tam olarak yapmak istediğim şey olduğunu fark ettim. Öyle ki, bitmesine az kalmış olan üniversite hayatıma ara vermeyi bile göze almıştım. Veritabanında proje aramaya başladım. Güzel bir özgeçmiş yazmış bir de projeye göre ekleme çıkartma yapmak üzere motivasyon mektubu kalıbı çıkartmıştım kendime. İlk e-postalarımı heyecanla gönderdim, cevap geldi mi diye belki her yarım saatte bir kontrol ettim ama geri dönüşlere bakılırsa ya hep yer yoktu ya da proje bitmişti. Her gelen cevap umudumu biraz daha kırdı.
Klasiktir ya Türk filmlerinde, tam umudunu kesmek üzereyken o e-postayı aldım. Birileri sonunda ilgilenmişti benimle, şansım dönmüştü. Uzun uzun yazıştık gelecekteki şefim ve mentorumla, sonrasında uzun telefon konuşmaları… Yaklaşık 1 ay sonra kabul mektubum elimdeydi. Bu arada birçok kişinin yaptığı hatayı ben de yaptım, önce ev sahibi kuruluş aradım sanki gönderen kuruluşum varmış gibi. Bulmam açıkçası zor olmadı ama bu yaptığım hata sonucunda gönüllülük hizmetim boyunca bazı zorluklarla karşılaştım.
Gönderen kuruluşumun o zamandaki tecrübesizliği ve belki de umursamazlığı yüzünden bütün yazışmaları kendim yapmak zorunda kaldım, 3 satırlık formu doldurmak için bazen 3 saat internetin başında oturdum. Bu her ne kadar bir gönüllünün yapması gereken bir şey olmasa da, bir yararı olmuştu bana, programın inceliklerini öğrenmeye başlamıştım.
Bu süre zarfı içinde aileme devamlı bilgi veriyordum. Onlar için bu duruma alışmak pek de zor olmadı açıkçası. Onların desteğini almış olmak beni hem sevindirmiş hem de güvenimi arttırmıştı.
Projenin kabul edildiği haberini aldığımda ilk basta hiçbir şey hissetmedim. Gideceğimi garantileyen bu haber beni aslında çok sevindirmeliydi ama öyle olmamıştı. O an fark ettim ki aslında her şey şimdi başlıyordu. İşte o zaman toplandı bütün korkular başıma, bir bilinmeze gittiğimi o an anladım. Bu süreç içinde mentorumun büyük desteğini gördüm diyebilirim. Gidişimden önceki geceye kadar devamlı konuştuk onunla, aklımda hiç soru işareti bırakmadı. Çekincelerimi bastırmakta bana çok yardım etti.
3 Şubat 2006 günün akşamı yeni evime geldiğimde garip bir heyecan sarmıştı beni. Mutluydum galiba çünkü her şey beklediğimden güzel çıkmıştı. Odam, olanaklarım, çalışma arkadaşlarım beklentilerimin üzerindeydi. O günden itibaren 361 gün boyunca kendimi işim ve yaşam şartlarım konusunda hiç kötü hissettiğimi hatırlamıyorum.
Çalışma programım bana söylenenden biraz farklıydı ama bu benim isteğimdi. Zaman içinde çalışma tempom daha da hızlanacak, üstüme bazı sorumluluklar yüklenecekti ama bunların hiçbiri üstüme yıkılmış işler olmayacak, tam tersine benim işlere iyice dahil olmamdan ve sorumluluk almaktan kaçmamış olmamdan kaynaklanacaktı. Sorumluluk almak kolay olmadı, ilk başlarda haklı olarak nerdeyse hiç sorumluluğum yoktu, program da zaten gönüllülere verilecek sorumlulukları kısıtlayan kurallar içeriyordu ama bu durum kendimi bir süre sonra hiçbir işe yaramıyormuşum gibi hissetmeme neden oldu. Bana ait bir şeyler olmalıydı, beni çalışmaya iten, yapmadığım zaman fırça yiyeceğim şeyler. Mentorumla yaptığım haftalık konuşmaların birinde bu düşüncemi açtım, o da bunu memnuniyetle karşıladı. O günden sonra iş ile ilgili hiçbir memnuniyetsizliğim olmamıştı.
Yaptığım şeyler gün geçtikçe zorlaştı. İlk başlarda çocuklara ev ödevlerinde yardım ediyor, bazı spor aktivitelerinde çalışanlara yardımcı oluyor ara sıra da büro işleri yapıyordum. Zamanla oradan aldığım eğitim sayesinde kendi kurslarımı düzenler hale gelmiştim. Atıcılık, duvar tırmanışı, masa tenisi, futbol, internet ve bilgisayar kursları vermeye başladım. Çocuklara haftasonları eğlence amaçlı geziler düzenliyor, bazen bir lunaparka götürüyor bazen de şefimle birlikte daha büyük geziler düzenleyip mesela Avusturya ya kayak yapmaya gidiyorduk. Bir süre sonra yaptığım iş sadece kendi kurumumla sınırlı olmamaya başladı. Ulusal ve uluslararası toplantılarda kurumumu temsil ediyordum. Gittiğim yerlerde kurumumu ve AGH programını tanıtacak konuşmalar ve sunumlar yapıyordum. Hatta konuşmacı olarak olmasa da Strasburg`daki Avrupa Konseyine davet edilmiştim. Toplantıdan sonra zamanın gençlik programlarından sorumlu olan milletvekili ile kısa bir söyleyişi yapma fırsatı bile buldum.
Bütün bunları yaparken dilimin hala yetersiz olmasından dolayı bazı problemlerle karşılaşmıyor değildim. Hatta yaptığım sunumlarda sıklıkla komik durumlar da oluyordu ama bundan hiçbir zaman gocunmadım. İnsanlar da hiçbir zaman benimle dalga geçmediler ya da küçümsemediler çünkü herkes yaptığım ise saygı duyuyordu ve takdir ediyordu. Sonu bilinmeyene gitmek herkesin yapabileceği bir şey değildi ne de olsa.
Bu kadar fazla çalışmamın karşılığını da para olarak olmasa da 45 günlük yaz tatili ile aldım. Öncelikle İspanya’ ya gidip 15 gün kaldıktan sonra bir Interrail bileti aldım ve Batı Avrupa’yı şehir şehir dolaştım.
Bu kadar şeyi yaparken 12 ayın nasıl geçtiğini gerçekten anlayamadım. Bu ülkeye, bu kuruluşa o kadar alışmıştım ki eski hayatıma geri dönmek istemediğimi hissettim. Projem bittiğinde şefimle yaptığım konuşmada henüz dönmek istemediğimi, biraz daha burada kalmak istediğimi söyledim. O da buna memnun oldu ve görevime devam edebileceğimi söyledi. Proje bitiminden sonra vizemi bir süre daha uzattım ve orada 6 ay kadar daha çalıştım. O sırada Almanca kursuna devam ederek dil konusunda olan açıklarımı kapatmaya çalışıyordum. 6 ayın sonunda artık kendi hayatıma dönmem gerektiğini fark ettim ve okuluma kaldığım yerden Almanya`da devam etmeye başladım. İstanbul’da başladığım eğitim burada kabul edildi ve artık şu an mezuniyet seviyesindeyim.
Arkama baktığımda iyi ki buradayım, iyi ki AGH yapmışım diyorum. Ben kendimi gerçekten şanslı görüyorum, gerçekten mükemmel bir gönüllülük hayatım oldu. Evet, şanslıydım ama aslında kişiye özel olmayan ve hayatta herkesin önüne eşit sıklıkta çıktığını düşündüğüm fırsatları da iyi değerlendirdim diyebilirim. Sizinde bunu iyi analiz ederek AGH süresinde ve sonrasında başarılı olacağınızdan eminim.
Volkan Dibek
Clausthal-Zellerfeld, Asağı Saksonya(NI), Almanya
soluksuz okudum.gercekten seni tebrik ederim. güzel ve basarılı bir agh olmus. ins bende bunları yasarım amaa daha gidemeeedim.benimde umudum yavas yavas kırılıyor.kırılmadan gideyim lütfen:(
YanıtlaSilgercekten bir hayat hikayesi gibi okudum ve imrendim açıkcası.çünkü benzeri hayallerimin gercekleşebildiğini gördüm.ben de 1 yıldır agh ile ilgileniyorum bilgiler aliyorum fakat henüz bir kurum bulamadım herhangi birşey fercekleştiremedim.yardimlarınızı ve tavsiyelerinizi bekliyorum. ogun_kamaci@hotmail.com
YanıtlaSil