28 Mayıs 2010 Cuma

Rüyayla kalmamalı gördüklerim...



Bir rüyayla başlar her şey. Sonra dersin ki: “Rüyayla kalmamalı gördüklerim, her biri gerçeğe dönüşmeli.”

Ben hayatta en çok gençliğime güvenirim, gençliğimin verdiği enerjiyle sınırları ortadan kaldırırım. Evet, hayat engellerle doludur ama bilirim ki engelleri aşmak da; gençliğimin enerjisi heyecanı ve çözümcü yaklaşımıyla çocuk oyuncağıdır.

İçinde bulunduğumuz gençlik ağı bize enerjimizi faydaya dönüştürecek bir sürü fırsat sağlıyor. Sosyal sorumluluk projelerinden, girişimciliğe, sanattan, spora, politika üretme misyonundan toplumsal barış vizyonuna kadar aslında birebir insanlık erdemleriyle kuşatılıyoruz bu fırsatlara ek olarak.

Avrupa Birliği Gençlik Programı Eylem 3.1 ile Yunanistan’da bir macera yaratmak da benim için, kişisel gelişimim adına fırsat yaratmak oldu. Farklı kültürlerle tanışmak, kendi kültürünün temsilciliğini yapmak, hiç dilini bilmediğin insanlarla ortak bir dil yaratmak, ortak dil de nicelikler sağlayarak gönül bağı kurmak…

Başta çok korkmuştum, ne yapacağım nasıl yapacağım? Bir sürü bilinmeyen denklemler havada uçuşurken hepsini tek tek yakalayıp ucundan kenarından çözümler sayfasının altına yerleştiriverdim. Kabul ediyorum, çok sıkıntılı, zahmetli bir hazırlık süreci oldu ama oyunu kuralına göre oynamakta fayda olduğunu gördüm. Yetişkin desteği de her zaman çok önemliymiş, hatırlatmak gerek. Bilen birilerine danışmak, daha önce tecrübe edenlerle konuşmak lazım. Sormak, sormak, daha çok sormak...
Gidinceye kadar öyle yaptım ben de: “ Pasaportu nerden alacağız, vize için ne zaman randevu alacağız, okuldan nasıl problem çıkar, intercultural gece için ne alacağız, Selanik nasıl bir şehir, sen de yunan müzikleri var mı? “ derken bir anda kendimi elimde fotoğraf makinemle Atina sokaklarında buldum.
Yalnız değildim, çok eğlenceli, kıpır kıpır, deli dolu, birbirinden yetenekli 5 arkadaşım vardı benimle birlikte Yunanistan rüyamda. Dans ederken, şarkı söylerken, şehri, sokakları gezerken, öğrenirken, anlatırken, keşfederken hiç yorulmadık. Her şeyden sonsuz tat alma hevesiyle unutulmaz bir projede unutulmaz günler yaşadık.

Makedonlar, Sırplar, Romenler, Bulgarlar, Bosna Hersekliler, Yunanlar…
Ne de güzel kaynaşıverdik daha ilk akşam yemeğinde. Her birimizin kalbi heyecanla Zorba’nın doğduğu kasaba olan Velvedos’ta atıyordu.
Dağların arasında, yemyeşil ormanların ve çağlayan şelalelerin arasında sisli bir göl manzarası içinde dört mevsim yaşadık. Sonbahar bizim kasabaya girişimizle çoktan gitti. Yağmurun altında ıslanırken, kar tanelerinin altında yürüdük, baharın mis gibi sabahında “ GOOD MORNİNG SUNSHİNES” öpücüklerine yakalandık.
Balkan Heart’ın en sıcak kalpleri olduk, yaşımızla, cinsiyetimizle, geldiğimiz ülkenin iklimiyle her birimiz kalpten mozaiktik en başta. Daha sonra dağılıverdik atölyelerimize, birimiz mum yaptı rengârenk mis kokulu, diğerimiz, çiçekli kelebekli kolyeler, küpeler tasarladı, kimimiz kıpır kıpır ezgileri, unutulmayan hüzünlü hikâyesiyle türküleri bir araya toparladı en derinlerimize dokunsun diye. Yetmedi kocaman beyaz perdeli bir sahne yarattık, gölgeden dev kahramanlar canlandırdık, ses verdik her birine koltuklarında oturan izleyicilerde tebessüm bıraksın diye. Sonra da tüm tebessümleri birer fotoğraf karesinde topladık. Belleklerde unutulmayacak hatıralar bıraksın diye. Son gün bir araya geldiğimizde gördük ki, mozaik kendini ebruya bırakmış, bütün renkler birbirin içine karışmış birbirine ait olmuş.

Arkadaşlıklar, şarkılar, odalar, bir dilim ekmek, şarap paylaşılınca geride ufacık mutlu gözyaşları kalıverdi. İyi ki iyi ki buradaymışım, dedirten gözyaşları!

Ayşe Kavas / Yunanistan , Mart 2010
Dokuz Eylül Üniversitesi
Kavas.ayse@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder