12 Şubat 2012 Pazar

Obrigado…



Yıllarca yabancı dilde teşekkür etmenin “thank you” dan ibaret olduğu bir yolun sonunda; taksiciye uzattığım para karşılığında aldığım “Obrigado” cevabı ve benim “thank you” karşılığım…
Artık yabancı dilde konuşan biri değildim; yabancıydım…


Gençlik çalışmaları kapsamında gezilen onca ülke, kültürler arası diyaloğun, diyalogdan çıkıp yeni bir kişiliğin var oluşu ve yabancı kavramının artık o kadar da yabancı gelmediği bir ruh halinin sonunda başlayan yolculuğumun adı: EVS (AGH)…

Mardin’de doğulu olarak başlayan, İstanbul’da Türkiyeli olarak mola verdiğim ve Lizbon’a bir Türk (yabancı) olarak vardığım bir yolculukla başlıyor benim hikâyem.

İki aylık proje kapsamında oradaki toplumun her kesimiyle çalışma tanışma ve onların gözüyle kendimi görme şansına sahip oldum. Hayatımda kendime karşı en büyük meydan okumamdı bu yolculuk. Neden mi?

Sadece coğrafya derslerinde ismi geçen bir ülke ve ülkemde portakal olarak kabul görmüş bir coğrafyaya gidiyordum. Diline dair en ufak bir bilgim olmadığı gibi; telaffuzunu öğrenecek bir adresimde olmamıştı o güne kadar.
Lizbon havaalanında indim. Çantamı aldım ve elimde sadece “avenida republica no:..” adresini taksiciye uzattım. 10 dakika sonra istediğim adrese varmış ve parayı taksiciye uzatana kadar ne kadar yabancı bir ülkede olduğumun farkında olmadığım, aldığım cevaptan sonra biranda içime kapanarak kendime “iddiayı kaybettin” diye fısıldadığım o an… “Obrigado” dedi taksici ve ben çaresizce “thank you” diyerek gideceğim binaya gittim.

Sıcak bir karşılama, hemen kısa bir brifing ve kalacağım yere yerleştirmem… Şaşkınlıktan hangi duyguyu yaşamam gerektiğine karar vermeden kendimi bu yabancıların içinde buldum. Çalıştım, gezdim, eğlendim, öğrendim, öğrettim hatta ve hatta sazımla bu ülkenin en önemli iki şehrinde (Lizbon ve Porto) iki tane da halk konseri verdim.

20 gün önceden planlayarak çok ucuz uçuşlar buldum ve bu da bazen bir hafta sonunda 3 ülke görme şansı verdi bana…

Gençlik çalışmalarım kapsamında yaşadığım yolun finali olarak planladığım bu sürecimin bana en büyük getirisi; hayatımın büyük resmini ilk defa görmemi sağlıyor olmasıydı. Çünkü iki ay boyunca yaşadığım her şeye yabancıydım ve ilk defa yabancı olma duygusunu da burada tatmıştım. Yabancılık duygusu çok keyifli bir duygu değildir lakin müthiş bir öğretmendir. Ben de o öğretmenimi çok iyi dinledim, derslerimden geri kalmadım ve ilk defa kalem kâğıt kullanmadan, not almadan sadece bir öğrencilik geçiriyordum. İşin en korkunç tarafı da (bir öğrenci için) önce sınav oluyordum sonra öğrenme süreci doğuyordu önümde.

Metroya binmek, ayakta kahve içmek, sabah gün doğmadan uyanıp yürüyüş yapmak; her şeyin tehlike unsuru olabileceği ama hiçbir şeyin tehlikeli gelmediği… Doğup yürümeye başladığı zamanları hatırlayamaz ama yürümeyi öğrenmenin ne kadar keyifli bir duygu olduğunu tam da böyle bir süreçte öğrenebilir ancak insan…

Sayfalarca anlatabilirim lakin hangi anımı kaç sayfaya sığdırabileceğim konusunda hiçbir fikrim yok. İki ay, 60 gün,  1440 saat…  Daha ne diyebilirim ki…
Obrigado Lisboa…

Abdurrahman Temelli
1 Mart 2011 – 1 Mayıs 2011 Lizbon/Portekiz

1 yorum:

  1. Mükemmel!!!
    Darısı gitmek isteyen gönüllülerimize ve tabii ki bana :))

    YanıtlaSil