22 Şubat 2010 Pazartesi

Kendi kendimin hayalini gerçekleştirdim...

Biliyordum aslında çok farklı olacaktı yani her şey çok çok olacaktı.. Daha Porto uçağına bindiğimde anladım bunu.. Bir uçakta koridorda kağıt oynandığını, kahkahaları ve heyecanlı sohbetleriyle ne dediklerini anlamayan benim bile güldüğümü, dahası müzik yayını yapıldığını düşünün… Nasıl mutluyum anlatamam.. Oysa üzgün hatta mümkünse melankolik olmam lazım..Şahane ailemi ardımda bırakmışım,valizimi alıp yola koyulmuşum ama yok ölücem mutluluktan..Oh be diyorum içimden daha ilk adımda bile yanıltmadılar beni.. Havaalanına iniyorum, valizlerimi alıp çıkıyorum müthiş şirin bir adam gelip bana sarılıyor; Miguel..Proje koordinatörü...

“3 saat vaktimiz var eve gitmeden önce ne yapmak istersin?” dedi..Okyanusu görmek istediğimi söyledim hiç şaşırmadı zira motivasyon mektubuma bunu da yazmıştım :) Gittik.. Kendi kendimin hayalini gerçekleştirmiştim…

Birçok kişi gitmeden önce kalacağı yerin resimleri istemiş kurumları da yollamış ama benim bu hiç aklıma gelmemişti dolayısıyla işin bu kısmı da sürprizdi. Amarante’ye girdiğimizde gördüklerime bayıldım..Bir şehir düşünün; giriyorsun yemyeşil, her taraf şarap bağları, şehrin ortasından nehir geçiyor,nehirde kayıklarla geziliyor kısacası kartpostal gibi.. Kalacağım yer nehrin kıyısında bir gençlik evi..Mest oluyorum.. En büyük korkum dil konusunda anlaşmazlığa düşmek iken bakıyorum herkes İngilizce konuşuyor.. Odama yerleşip uyuyorum hemen, saatlerce yollarda sürünmenin ardından ama umurumda değil, ülkemdeyim ben :)

Kurumum gençlik programları ve çalışma kampları konusunda çok aktifti ve ben gittiğim dönemde de 12 farklı ülkeden 25 katılımcının olduğu bir çalışma kampı vardı… Ayrıca diğer 5 gönüllü de benden önce gelmişlerdi çünkü vize sıkıntısı yaşayan bir ben vardım ve bu yüzden 8 gün geç gitmiştim. Uyanıp arka bahçedeki yemeğe katılmak için aşağıya indiğimde nasıl hissettiğimi bir düşünün!!! 30 tanışık, kaynaşık kişi ve ben… İngilizcem yetersizdi, yarım yamalak uyumuştum, acıkmıştım ve karmakarışık bir yemek görüyordum herkesin tabağında, en önemlisi bahçeye girdiğim anda 1-2-3 tıp denmişçesine susup bana bakan 30 çift göz…Derken hepsi yemeklerini tek tek bırakıp kendilerini tanıtmaya geldiler, bir yandan da proje arkadaşlarımdan biri tabağımı hazırlayıp muhteşem sangria’dan ikram etti…
Biz hiç uyum sorunu yaşamadık taa ki Portekizce dersleri başlayana kadar.. AGH boyunca tek zorlandığım konu buydu çünkü çok farklıydı..Önce çok zor geliyordu ama baktım ki hiç değil sadece farklı, yepyeni…

İlk 15 gün bizde çalışma kampına gelenlerle ortak çalıştık…Porto’da kaybolduk,şarap yapımını öğrendik, nehir çevresindeki çöpleri topladık, çilek hasat ettik, sarhoş olduk, güldük, eğlendik, alıştık birbirimize sonra onlar gitti..Bu hep böyle devam etti her ay yepyeni 2 ayrı grup ve nerdeyse her milletten insanla tanıştım.. Deneyim kazandıkça biz, yani AGH gönüllüleri diğer katılımcıların danışmanlığına terfi etmiştik :) Başlamıştı oradaki hayatım artık… Kendi kendime gezip, alışveriş yapmak, çat-pat Portekizce konuşmak nasıl zevkliydi anlatamam… Hemen her gün biriyle tanışıyordum… Geldiğim ülke, onların ülkelerinde bulunuş şeklim çok ilgilerini çekiyordu…

Orada yaşarken o kadar kaynaşmıştım ki kendimi hiç başka ülkeden hissetmedim, hissettirmediler… Şimdi düşünüyorum da ne harika bir kararmış AGH yapmak…He hiç mi sıkıntılı zamanlarım olmadı, oldu elbette ama kimin umurunda?? Benim değil..Yine olsa yine giderim…

Leyla ÖZBİLEN
Portekiz- 2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder