23 Ağustos 2010 Pazartesi

KEMES Günlükleri...


Derneğimizden 5 arkadaşımız 5-18 Temmuz 2010 tarihleri arasında Macaristan'ın bir köyünde "sustainable dialogue" isimli bir gençlik değişimine katıldılar..10 ülkeden 50 gencin katıldığı bu projede 2 hafta boyunca proje temasına uygun farklı aktivitelerde bulundular , Türk ekibin lideri Firuze , orada yaşadıklarını gün gün bize aktardı ...


DAY 0 : Finally…We’re ready!

Kısa sürede yaşanan biletti, vizeydi bir ton koşuşturmacadan sonra kendimizi gece yarısında havaalanında, 4 saat sonra kalkacak uçağımızı beklerken bulduk. Facebook, msn, telefon gibi bütün teknolojik aletleri kullanarak daha önce tanıştıysak ve bu koşuşturmacayı beraber atlattıysak da ilk defa yüzyüze tanışıyorduk. Yine de birkaç saat sonra bizi geçirmek için havaalanına kadar gelen Esma’nın ablasına da veda edip, kapıdan geçtiğimizde hiç de yeni tanışmış gibi değildik.

DAY 1: We believe in Buda..

2 saate yakın bir uçuştan sonra sonunda Budapeşte’ deydik ve proje sorumlularımızdan Orşi’nin bizi almaya gelmesini beklerken, bu süreyi havaalanı koltuklarında uyuklayarak değerlendirdik. 2 saatlik beklemeden sonra sonunda yakında çok yakın arkadaş olacağımızdan habersiz bir iki ülkeden insanlarla otobüste Budapeşte merkezine doğru gidiyorduk.
Merkeze geldik, Orşi öğleden sonra yine havaalanından alacağımız insanları bekleyeceğimiz için o saate kadar serbest olduğumuzu söyledi. Biz de ilk arkadaşlık ilişkilerimizi Yunanistan’la kurmaya karar verip, biraz Euro’yu forinte çevirip, kendimizi Tuna nehrinin kenarına attık. Ve Buda mı Peste mi artık gezdiğimiz yerlerin neresi olduğunun bile farkında olmadan ( 15 gün sonra Budapeşteye döndüğümüzde şehrin epey bir yerini biliyor olacaktık) şehri keşfetmeye başladık.
Şehri keşfetmemiz sona erdi, belirlenen saatte ayrıldığımız yerde tekrar buluştuk ve kamp alanımızın olduğu Pecs’e bağlı Kemes adlı daha sonradan adını ‘somewhere in the middle of nowhere’ takacağımız 550 kişilik nüfuslu Hırvatistan sınırına epey yakın bir köye doğru yola çıktık.

DAY 2: We believe in mosquitos!!

Yaklaşık 6 saatlik bir yolculuk ve sonunda çok eski bir fabrikanın yanına kurulmuş kamp alanımıza vardık. 25 kişilik, sıcaktan bazen cehenneme benzeyen çadırları, taşınabilir duş ve tuvaletleri, açık alandaki yemek alanı, chilling room’u ve o gece öğreneceğimiz sivrisinek baskınlarına rağmen daha geldiğimiz gün kamp alanını sevmeye başlamıştık. 13 gün sonra, programı tamamladığımızda da bu yüzden ayrılmak pek de kolay olmadı.
İlk gün birbirimizin isimlerini ve ülkelerini öğrenmek için oynadığımız biraz saçma biraz eğlenceli oyunlarla geçti. İşe yaradı mı derseniz pek sanmıyorum çünkü herkes hala kendi ülkesinden kendi dilini konuşan insanlarla takılmaya meyilliydi. Her ne kadar arada sırada buraya niye geldiğimizi hatırlayıp, bir iki kişiyle muhabbet etsek de sonunda yine herkes kendi arkadaşlarının yanına dönüyordu. Açıkçası bu böyle birkaç gün sürecekti, ta ki Macaristan’ın international evening yaptığı Palinka gecesine kadar. O geceden öğrendiğimiz ana fikir ise şudur ki, insanların çok yakın arkadaşlıklar kurmasını ve 13 gün sonra neredeyse ağlayarak ayrılmalarını istiyorsanız, onları kimsenin yaşamadığı bir yere götürün ve bol bol Palinka( Macarların geleneksek içkisi ve içindeki alkol oranı %40-70 arası değişiyor) içirin, kesinlikle işe yarayacaktır.



DAY 3: Yo soy Espanol Espanol Espanol…

Artık sıcak havaya ve sonu gelmez sivrisinek saldırılarına yavaş yavaş alışıp kendimizi korumak için günde 2-3 kere duş almak (birkaç gün sonra bu, birbirini duşa atmak veya su savaşı yapmak şeklinde daha eğlenceli hallere bürünecekti), bütün sivrisinek kovar spreyleriüzerimize boşaltmak (aslında bu hiçbir zaman işe yaramadı, en sonunda kaderimizi razı gelmeyi öğrendik) gibi yöntemler geliştirmeye başladık.
3. günün önemli yanı İspanya’nın 2010 Dünya kupası final maçına kalıp kalmayacağını gösterecek maçı izlemekti. Haliyle kazandıktan sonra duşta yaptıkları kutlama bana epey eğlenceli gelmişti ama tahmin edersiniz birkaç gün sonra dünya kupasını da kazandıkları için bu kutlama onun yanında solda sıfır kaldı.

DAY 4: Do you have a lighter?

4. gün artık tanışma merasimleri bitmiş, kamp ortamına hızlıca alışılmıştı ve bizden beklenen 4 tane workshop arasından katılmak istediğimize karar verip bir an önce çalışmaya başlamamızdı. Esma ve Mehmet kamp alanını güzelleştirecekleri, son günkü gösterimiz için bir sahne hazırlayacakları, bol bol kiremit ve tahta taşıyacakları ve sonunda güneşin altında kalmaktan zenciye dönecekleri ‘Building Workshop’u seçtiler, Gözde sonunda süper bir dans gösterisi hazırlayan ‘Dance Workshop’undaydı ( aslında Mehmet ve Ramazan da inanılmaz darbuka yetenekleriyle son gün bu workshopa da dahil oldular), Ramazan ise senaryosunu kendileri yazıp kendileri çekecekleri bir kısa filmi hazırlamak için ‘Shoot the Films’ ‘i seçti. Bense bütün kamp boyunca elimde kamera veya fotoğraf makinasıyla dolaşmama neden olacak media workshopunu seçtim (kampın sonunda kamp hakkında kısa bir filmimiz ve 2000’e yakın fotoğrafımız vardı). Yine de daha çok eğlendiğim herhangi bir iş hatırlamıyorum, sonunda hazırladığımız kısa filmi bir milyon kere daha izleyebilirim sanırım.
Günün başlığına gelince, kampta epeyce sigara içen insan olmasına rağmen bir türlü yeterli sayıda çakmağın olmamasıyla alakalı. Genel olarak günde 5-10 kere duyabileceğiniz rutin bir hale geldi bu soru: ‘ do you have a lighter?’… Soğuk suya, duşlara, yemeklere, sıcağa, hemen hemen her şeye çözüm bulan biz, kampın son gününe kadar bu soruna bir çözüm bulamadık. Neden bilmiyorum, belki de böylesi daha eğlenceliydi.
So, do you have a lighter?? :)


Firuze Karaoğlu

Temmuz 2010, Macaristan -Kemes




devamı gelecek....

1 yorum:

  1. Kémésin ilk turistleride bizdik...İlk günler bize alışamadılar.Eee birde sürekli sokaklarda yüksek sesli konuşmalar kahkahalar duyunca iyice uzaklaştılar..:D daha sonra birbirimize sadece szia (merhaba) demeye başladık.Zaten sadece szia ve palinka demesini öğrendik..:)
    Sinekzede Esma...:D hehehehe

    YanıtlaSil