Beni kendine aşık eden ülke oldu Portekiz. Kendisiyle 2011 Ağustos’undan evvel tanışamamıştım. Onunla tanışmam Avrupa Gönüllü Hizmeti (AGH) vasıtasıyla oldu. Hayatımda verdiğim en isabetli kararlardan biri oldu AGH deneyiminde bulunmak.
Her şey bir Pazar kahvaltısı esnasında başladı. Güney
Afrika’da yüksek lisans eğitimime devam ettiğim zamanlardı 2011 yılının Şubat
ayı. O esnada yüksek lisansım tam olarak istediğim gibi gitmiyor, tezimde bir türlü
ilerleme kaydedemiyordum. Uzun süredir aynı şehirde, Port Elizabeth’de
yaşıyordum ve bir an evvel şehirden ayrılmak gibi bir niyetim vardı. Kafamda
daha önce yaşamadığım bir ülkede yaşama isteği oluşmuştu. Ama bunu
gerçekleştirecek bir yol bulamıyordum bir türlü – ta ki o Pazar kahvaltısına
kadar.
Şimdi farkındayım, soruyorsunuzdur – neler oldu o
kahvaltıda? Aydınlanma kapsülü mü yuttun? Başka bir ülkeye mi ışınlandın? Yok
yok, merak etmeyin; olağanüstü hiçbir şey olmadı. Sadece doğru yer ve doğru zamanda
bulundum. Tesadüf eseri AGH fırsatına rastladım ve benden yardımlarını hiçbir
zaman esirgemeyen altın kalpli biriyle karşılaştım. Sonra bu biri, beni bir
diğer yardımlarını esirgemeyen altın kalpli başka biriyle tanıştırdı. Ve üçümüz
hep iletişim içerisinde olduk.
Yalnız vurgulamam gereken bir şey var – bütün bu
karşılaşmaların hepsi internet ortamında oldu. Ekşi Sözlük yazarıyım ve Sözlüğü
uzun süredir takip ediyor ve yazıyorum. O Pazar günü yine Sözlük’te dolanırken
AGH fırsatının tanıtıldığı başlığı görüyorum ve tıklıyorum. Ve işte her şey o
anla başlıyor. Başlıktaki ‘entry’yi okuyorum ve ilgimi çekiyor anlatılanlar. Ve
hemen anında entryi yazan yazara bir mesaj atıyorum. Ve bu yazar bana geri
dönüyor anında ve bana AGH’yi öneriyor. Sonra bana önerebileceği bir ‘gönderici
kuruluş’ olduğunu söylüyor ve beni TREX’le tanıştırıyor. Sonuç itibariyle benim
Portekiz’e gitmemle sonuçlanacak süreç benim kahvaltıyı lap topumun başında
yapmam, o esnada Ekşi Sözlükte dolanmam ve o esnada da AGH fırsatını görmemle
başlıyor. ‘Kısmet’ dedikleri bu olsa gerek.
Bunun ardından Güney Afrika’da birkaç ay daha kalıyorum ve o
esnada her halükarda Türkiye’ye dönmeyi zaten planlıyorum – çünkü askerlik
durumumu tecil ettirmem gerekiyor. Türkiye’ye dönmeyi planladığım esnada henüz
Portekiz olayı kesinleşmiyor bu arada. Ancak Türkiye’ye dönmeden 3 gün önce
Portekiz’deki bir ev sahibi kuruluş tarafından kabul edildiğimi öğreniyorum ve
o esnada yüksek lisansımı donduruyorum. Sonrasında da yazın bir kısmını
Türkiye’de geçiriyor, ve özellikle Ayrılış Öncesi Eğitim esnasında hala devam
eden dostluklar kuruyorum.
Görülebileceği üzere, daha ben Portekiz’e gitmeden AGH bana
katkı sağladı. Ankara’daki Ayrılış Öncesi Eğitim gerçekten harikaydı. Yani, o
esnada şunu düşündüm; ‘daha başlamadan bana güzel şeyler katan deneyim kim
bilir başladığım zaman daha neler getirecekti?’
Ağustos’un 1’inde Lizbon’a bastım ayağımı. 6 ay orda
olacaktım. Farklı bir ülke, daha önce bulunmadığım bir atmosfer. Portekiz’e hoş
geldim! Yalnız gelmemiştim bu arada. Kısa dönem AGH yapacak olan arkadaş Şefik
de yanımdaydı – birlikte aynı uçakta yolculuk yaptık. İlk hafta yerleştim, eve
alıştım. Sonra Lizbon’u Şefik’le bir kolaçan ettik 3. günde. Civardaki bazı
başka yerleri de turist edasıyla gezdik. Ben gerçi daha uzun kalacaktım ama
Şefik’in zamanı kısıtlıydı, ve ben de çok merak ediyordum nasıl bir yerdi
Portekiz.
Etrafa çabucak alıştım. Yaz mevsiminin bir kısmını
Portekiz’de geçirdiğim için kendimi şanslı bile hissettim, çünkü yaz aylarında
– özellikle Ağustos ayında, Portekiz’in irili ufaklı bütün yerleşim yerlerinde
‘festa’lar olur. Bunlara tanıklık etmekle kalmadım, içinde görev bile aldım.
Böyle, bir pazar yeri gibi yerleri düşünün ve etrafta sebze meyve satan yerler
yerine büfeler ve hediyelik eşya satan yerlerin olduğunu düşünün. Geceleri
insanların akın ettiği showlar ve konserler için irili ufaklı sahnelerin
kurulduğu genişçe alanlar; ortam bir parti havası. Portekiz’in her yerinde
böyle ortamlar oluyor yazları.
Sıcaklık hissettim Portekiz’de – bahsettiğim sıcaklık derece
cinsinden olan değil, insanların sıcaklığı. Pozitif bir atmosfer var Lizbon’da
ve gözlemlediğim kadarıyla tüm ülkede durum bu. İnsanlar somurtkan bir biçimde
dolaşmıyor sokaklarda. Artı, sokaklarda, parklarda, trenlerde – hemen hemen her
yerde zaman zaman el ele, zaman zaman da yanak yanağa veya dudak dudağa dolaşan
sevgililer var. Havada bir aşk kokusu var arkadaşlar. Hem insanların
pozitifliği hem de aşk atmosferi gerçekten pozitif bir hava yayıyor.
AGH deneyimim için doğru ülkede olduğumu hissettim. Hem bir
de, aynı evde en az 5 kişi yaşamanın gerçekten inanılmaz bir deneyim olduğunu
keşfettim. Devamlı bir muhabbet ortamı var ve bunu ben Güney Afrika’dayken tam
olarak hissedememiştim. Orda da arkadaşlarım vardı tabii ki, ancak, müstakil
bir dairede yaşıyordum ve kendime ait bir oda vardı. Dairede bir arkadaş daha
vardı, ama böyle her an bir muhabbet ortamı yoktu – çünkü kampüste yaşıyordum
ve aynı evde yaşadığım kişi bir yüksek lisans öğrencisiydi. Portekiz’de
kaldığım yerlerdeki muhabbet ortamı, evdeki kalabalık benim çok hoşuma gitti.
Kısa süre içeresinde Lizbon’da kendi çevremi oluşturmaya
başladım bile. Ev ahalisi olarak dışarı çıktığımız zamanlar oluyordu.
Katıldığım festivallerde tanıştığım insanlarla iletişimimi koparmadım. ‘On
Arrival training’ ve’Mid-term training’ esnalarında da yeni arkadaşlar edindim
ve çevrem daha da genişledi. Her hafta, haftada en az 3 gün bir sosyalleşme
imkanı, dışarı çıkmalar veya başka bir faaliyet oluyordu. Uzun süredir bu
derece ‘faal’ olduğumu hatırlamıyordum ve yaşamımdaki bu aktiflik gerçekten de
hoşuma gidiyordu.
‘AGH Kültürü’ diye bir şeyin olduğunu hissettim. AGH
Kültürü’nün her an bir aksiyonun parçası olmak, seninle aynı kaderi paylaşan
diğer AGH gönüllüleriyle sıkı bir iletişim ağı kurup onlarla çeşitli
aktivitelerde bulunmak, gelecek için harika dostlukların temelini atmak
olduğunu fark ettim. Ayrıca, bu çemberin içersinde sadece diğer AGH
gönüllülerinin olmadığını – aynı zamanda hem gönderici kuruluşta hem de ev
sahibi kuruluş bünyesinde bulunan insanların olduğunu gözlemledim. AGH kültürü
sayesinde geniş bir iletişim ağının bir parçası oluyorsunuz ve bu kültürün size
kattığı çok önemli bir duygu var: motivasyon! Kendim adına bu kültürün tadını
sonuna kadar çıkardığımı hissettim.
Bu tat Portekiz sayesinde daha da lezzetlendi. Portekiz’le
tanışmak hayatımda tattığım en güzel duygulardan biridir ve dikkatinizi
çekerim; bunu hala söyleyebiliyorum, aradan hemen hemen 2 yıl geçmiş olmasına
rağmen. Oraya tekrar gitmeyi o kadar çok istiyorum ki. Ama hayatın gerçekleri
çerçevesinde, şu aşamada sadece orda geçirdiğim güzel günleri nostaljik
duyguları içeresinde yad etmek durumundayım.
Portekiz’i anlatmaya nerden başlayabilirim ki? O Akdeniz
kıyısında olmamasına rağmen Akdeniz ruhu
ve sıcaklığını taşıyan insanlarından mı, o aynı insanların her daim
takındıkları sabırlı ve olgun tavrından mı, yoksa ülkedeki şehirlerin ve hatta
küçük yerleşim birimlerinde bile her zaman hissettiğiniz o tarihin bir parçası
oluşunuzu mu? İşte anlatmaya çalıştığım kadar; bütün bu sıcaklığı, olgunluğu,
tarihi ve kültürü hep birlikte bulacağınız yer Portekiz. Sokaklarında dolaşmak
isteği sadece o tarihi dokuyu hissetmek, binalarındaki her santimetre karesinde
bulunan sanatsal detayları incelemek için değil; insanlarının taşıdığı enerji
sayesinde huzur ve motivasyon hissetme arzusundan kaynaklanır. Her köşe
başındaki pastanelerinden gelen tatlı ve insanların devamlı içtikleri o sert
kahvenin kokularının sizi büyülediği yerdir Portekiz. Aynı zamanda da ‘mahalle
kültürü’nün kaybolmadığı yerdir. İnsanlar apartmanlarda yaşar, bir pencereden
karşıdaki başka bir pencereye yaşlı kadınlar sohbet eder, apartmanların
altındaki dükkânlarda esnaf mahalleliyle sokaktan geçen işçilerle sohbet eder,
pastanelerde komşular buluşur kahvelerini içer ve pastanenin sahipleriyle uzun
uzun sohbetler ederler. Bu yönüyle Portekiz ülkemizi andırıyor, ancak yine de
kendine has bir Avrupalılığı olduğunu söyleyebilirim.
Başkenti Lizbon’un ortasından geçen Tejo nehri Lizbon
tarafından Atlas Okyanusuna dökülür. Lizbon Atlas Okyanusu kenarında bir şehir
değildir, ancak nehir Lizbon kıyısında o kadar geniştir ki; bir İstanbul
Boğazını ve hatta İzmir körfezini andırır. Benim çalıştığım ev sahibi kuruluş
nehrin öbür kıyısında, şehrin ‘eski’ bölümdeydi – Lizbon’un esas merkezi. Benim
oturduğum yer zaten Lizbon’un tam da parçası sayılmayan ‘Barreiro’ denilen bir
yerdi. Her gün vapurla karşı tarafa
geçiyor Lizbon’un o büyüleyici manzarasını kafama kazıyordum. Bu manzara güne iyi başlamamı sağlıyordu. Hem
yeşillik hem de şehrin tarihi mimarisi arasında harika bir denge kurulmuştu
silüetinde şehrin. Vapur kıyıya
yaklaştığında insanın o sokaklarda saatlerce dolaşası geliyor.
Portekiz’i anlatmak için kesinlikle daha fazla zamana
ihtiyacım olduğunu düşünüyorum, zira bu yazı daha da uzayabilir. Bence şimdilik
bu kadar kâfi. Zannedersem bu yazdıklarımla da bir merak oluşmuştur. Filmin son
sahnesini söylememek edasıyla daha fazla detaya inmenin gerek olmadığını
düşünüyorum. Bir gün bu yazıyı okuyan sizler de gidip görüp kendi gözlemlerinizi
yazarsınız belki. Eğer çoktan gidip gördüyseniz, şu ana kadar yazdıklarıma
zaten aşinasınızdır. Portekiz’e AGH aracılığıyla mı yoksa başka bir vesileyle
mi gidersiniz, orası sizin yaratıcılığınıza ve hayatınızdaki dinamiklere bağlı.
Ancak mutlaka ziyaret edilmesi gereken ülkelerden biri olduğunu düşünüyorum.
Bütün bu AGH deneyimi, uzun süredir yurt dışında yaşamış
biri olarak – özellikle AGH öncesi, bana çok şey kattığını söyleyebilirim.
Bence size de çok şey katabilir, yeter ki kabuğunuza kapanmayın. Aslına
bakarsanız, hangi ülkede böyle bir deneyimi yakaladığınız önemli değil, yurt
dışı deneyimi başlı başına bir macera ve genç yaşta kesinlikle yapmak gerekir.
Bu deneyim esnasında insanlarla iletişim kurun, çıkın, dolaşın. İster
arkadaşlarınızla dolaşın, ister kendi başınıza. Sohbet ortamı bulduğunuz yerde
çekinmeyin, başlayın sohbete. Unutmayın ki o insanlar da sohbet etme amaçlı
ordalar. Sosyal yaşam yurt dışı deneyiminin bir parçasıdır, bunu unutmayın.
Her şeyin sizlere hayırlı olmasını diliyor ve yazımı burda
sonlandırıyorum.
BARIŞ ARKILIÇ- 2013
BARIŞ ARKILIÇ- 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder