22 Mayıs 2013 Çarşamba

Unutamayacağım bir deneyim, unutamayacağım bir ülke...

Beni kendine aşık eden ülke oldu Portekiz. Kendisiyle 2011 Ağustos’undan evvel tanışamamıştım. Onunla tanışmam Avrupa Gönüllü Hizmeti (AGH) vasıtasıyla oldu. Hayatımda verdiğim en isabetli kararlardan biri oldu AGH deneyiminde bulunmak.





Her şey bir Pazar kahvaltısı esnasında başladı. Güney Afrika’da yüksek lisans eğitimime devam ettiğim zamanlardı 2011 yılının Şubat ayı. O esnada yüksek lisansım tam olarak istediğim gibi gitmiyor, tezimde bir türlü ilerleme kaydedemiyordum. Uzun süredir aynı şehirde, Port Elizabeth’de yaşıyordum ve bir an evvel şehirden ayrılmak gibi bir niyetim vardı. Kafamda daha önce yaşamadığım bir ülkede yaşama isteği oluşmuştu. Ama bunu gerçekleştirecek bir yol bulamıyordum bir türlü – ta ki o Pazar kahvaltısına kadar.
Şimdi farkındayım, soruyorsunuzdur – neler oldu o kahvaltıda? Aydınlanma kapsülü mü yuttun? Başka bir ülkeye mi ışınlandın? Yok yok, merak etmeyin; olağanüstü hiçbir şey olmadı. Sadece doğru yer ve doğru zamanda bulundum. Tesadüf eseri AGH fırsatına rastladım ve benden yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen altın kalpli biriyle karşılaştım. Sonra bu biri, beni bir diğer yardımlarını esirgemeyen altın kalpli başka biriyle tanıştırdı. Ve üçümüz hep iletişim içerisinde olduk.

Yalnız vurgulamam gereken bir şey var – bütün bu karşılaşmaların hepsi internet ortamında oldu. Ekşi Sözlük yazarıyım ve Sözlüğü uzun süredir takip ediyor ve yazıyorum. O Pazar günü yine Sözlük’te dolanırken AGH fırsatının tanıtıldığı başlığı görüyorum ve tıklıyorum. Ve işte her şey o anla başlıyor. Başlıktaki ‘entry’yi okuyorum ve ilgimi çekiyor anlatılanlar. Ve hemen anında entryi yazan yazara bir mesaj atıyorum. Ve bu yazar bana geri dönüyor anında ve bana AGH’yi öneriyor. Sonra bana önerebileceği bir ‘gönderici kuruluş’ olduğunu söylüyor ve beni TREX’le tanıştırıyor. Sonuç itibariyle benim Portekiz’e gitmemle sonuçlanacak süreç benim kahvaltıyı lap topumun başında yapmam, o esnada Ekşi Sözlükte dolanmam ve o esnada da AGH fırsatını görmemle başlıyor. ‘Kısmet’ dedikleri bu olsa gerek.
Bunun ardından Güney Afrika’da birkaç ay daha kalıyorum ve o esnada her halükarda Türkiye’ye dönmeyi zaten planlıyorum – çünkü askerlik durumumu tecil ettirmem gerekiyor. Türkiye’ye dönmeyi planladığım esnada henüz Portekiz olayı kesinleşmiyor bu arada. Ancak Türkiye’ye dönmeden 3 gün önce Portekiz’deki bir ev sahibi kuruluş tarafından kabul edildiğimi öğreniyorum ve o esnada yüksek lisansımı donduruyorum. Sonrasında da yazın bir kısmını Türkiye’de geçiriyor, ve özellikle Ayrılış Öncesi Eğitim esnasında hala devam eden dostluklar kuruyorum.
Görülebileceği üzere, daha ben Portekiz’e gitmeden AGH bana katkı sağladı. Ankara’daki Ayrılış Öncesi Eğitim gerçekten harikaydı. Yani, o esnada şunu düşündüm; ‘daha başlamadan bana güzel şeyler katan deneyim kim bilir başladığım zaman daha neler getirecekti?’

Ağustos’un 1’inde Lizbon’a bastım ayağımı. 6 ay orda olacaktım. Farklı bir ülke, daha önce bulunmadığım bir atmosfer. Portekiz’e hoş geldim! Yalnız gelmemiştim bu arada. Kısa dönem AGH yapacak olan arkadaş Şefik de yanımdaydı – birlikte aynı uçakta yolculuk yaptık. İlk hafta yerleştim, eve alıştım. Sonra Lizbon’u Şefik’le bir kolaçan ettik 3. günde. Civardaki bazı başka yerleri de turist edasıyla gezdik. Ben gerçi daha uzun kalacaktım ama Şefik’in zamanı kısıtlıydı, ve ben de çok merak ediyordum nasıl bir yerdi Portekiz.

Etrafa çabucak alıştım. Yaz mevsiminin bir kısmını Portekiz’de geçirdiğim için kendimi şanslı bile hissettim, çünkü yaz aylarında – özellikle Ağustos ayında, Portekiz’in irili ufaklı bütün yerleşim yerlerinde ‘festa’lar olur. Bunlara tanıklık etmekle kalmadım, içinde görev bile aldım. Böyle, bir pazar yeri gibi yerleri düşünün ve etrafta sebze meyve satan yerler yerine büfeler ve hediyelik eşya satan yerlerin olduğunu düşünün. Geceleri insanların akın ettiği showlar ve konserler için irili ufaklı sahnelerin kurulduğu genişçe alanlar; ortam bir parti havası. Portekiz’in her yerinde böyle ortamlar oluyor yazları.

Sıcaklık hissettim Portekiz’de – bahsettiğim sıcaklık derece cinsinden olan değil, insanların sıcaklığı. Pozitif bir atmosfer var Lizbon’da ve gözlemlediğim kadarıyla tüm ülkede durum bu. İnsanlar somurtkan bir biçimde dolaşmıyor sokaklarda. Artı, sokaklarda, parklarda, trenlerde – hemen hemen her yerde zaman zaman el ele, zaman zaman da yanak yanağa veya dudak dudağa dolaşan sevgililer var. Havada bir aşk kokusu var arkadaşlar. Hem insanların pozitifliği hem de aşk atmosferi gerçekten pozitif bir hava yayıyor.
AGH deneyimim için doğru ülkede olduğumu hissettim. Hem bir de, aynı evde en az 5 kişi yaşamanın gerçekten inanılmaz bir deneyim olduğunu keşfettim. Devamlı bir muhabbet ortamı var ve bunu ben Güney Afrika’dayken tam olarak hissedememiştim. Orda da arkadaşlarım vardı tabii ki, ancak, müstakil bir dairede yaşıyordum ve kendime ait bir oda vardı. Dairede bir arkadaş daha vardı, ama böyle her an bir muhabbet ortamı yoktu – çünkü kampüste yaşıyordum ve aynı evde yaşadığım kişi bir yüksek lisans öğrencisiydi. Portekiz’de kaldığım yerlerdeki muhabbet ortamı, evdeki kalabalık benim çok hoşuma gitti.

Kısa süre içeresinde Lizbon’da kendi çevremi oluşturmaya başladım bile. Ev ahalisi olarak dışarı çıktığımız zamanlar oluyordu. Katıldığım festivallerde tanıştığım insanlarla iletişimimi koparmadım. ‘On Arrival training’ ve’Mid-term training’ esnalarında da yeni arkadaşlar edindim ve çevrem daha da genişledi. Her hafta, haftada en az 3 gün bir sosyalleşme imkanı, dışarı çıkmalar veya başka bir faaliyet oluyordu. Uzun süredir bu derece ‘faal’ olduğumu hatırlamıyordum ve yaşamımdaki bu aktiflik gerçekten de hoşuma gidiyordu.

‘AGH Kültürü’ diye bir şeyin olduğunu hissettim. AGH Kültürü’nün her an bir aksiyonun parçası olmak, seninle aynı kaderi paylaşan diğer AGH gönüllüleriyle sıkı bir iletişim ağı kurup onlarla çeşitli aktivitelerde bulunmak, gelecek için harika dostlukların temelini atmak olduğunu fark ettim. Ayrıca, bu çemberin içersinde sadece diğer AGH gönüllülerinin olmadığını – aynı zamanda hem gönderici kuruluşta hem de ev sahibi kuruluş bünyesinde bulunan insanların olduğunu gözlemledim. AGH kültürü sayesinde geniş bir iletişim ağının bir parçası oluyorsunuz ve bu kültürün size kattığı çok önemli bir duygu var: motivasyon! Kendim adına bu kültürün tadını sonuna kadar çıkardığımı hissettim.

Bu tat Portekiz sayesinde daha da lezzetlendi. Portekiz’le tanışmak hayatımda tattığım en güzel duygulardan biridir ve dikkatinizi çekerim; bunu hala söyleyebiliyorum, aradan hemen hemen 2 yıl geçmiş olmasına rağmen. Oraya tekrar gitmeyi o kadar çok istiyorum ki. Ama hayatın gerçekleri çerçevesinde, şu aşamada sadece orda geçirdiğim güzel günleri nostaljik duyguları içeresinde yad etmek durumundayım.

Portekiz’i anlatmaya nerden başlayabilirim ki? O Akdeniz kıyısında olmamasına rağmen Akdeniz  ruhu ve sıcaklığını taşıyan insanlarından mı, o aynı insanların her daim takındıkları sabırlı ve olgun tavrından mı, yoksa ülkedeki şehirlerin ve hatta küçük yerleşim birimlerinde bile her zaman hissettiğiniz o tarihin bir parçası oluşunuzu mu? İşte anlatmaya çalıştığım kadar; bütün bu sıcaklığı, olgunluğu, tarihi ve kültürü hep birlikte bulacağınız yer Portekiz. Sokaklarında dolaşmak isteği sadece o tarihi dokuyu hissetmek, binalarındaki her santimetre karesinde bulunan sanatsal detayları incelemek için değil; insanlarının taşıdığı enerji sayesinde huzur ve motivasyon hissetme arzusundan kaynaklanır. Her köşe başındaki pastanelerinden gelen tatlı ve insanların devamlı içtikleri o sert kahvenin kokularının sizi büyülediği yerdir Portekiz. Aynı zamanda da ‘mahalle kültürü’nün kaybolmadığı yerdir. İnsanlar apartmanlarda yaşar, bir pencereden karşıdaki başka bir pencereye yaşlı kadınlar sohbet eder, apartmanların altındaki dükkânlarda esnaf mahalleliyle sokaktan geçen işçilerle sohbet eder, pastanelerde komşular buluşur kahvelerini içer ve pastanenin sahipleriyle uzun uzun sohbetler ederler. Bu yönüyle Portekiz ülkemizi andırıyor, ancak yine de kendine has bir Avrupalılığı olduğunu söyleyebilirim.

Başkenti Lizbon’un ortasından geçen Tejo nehri Lizbon tarafından Atlas Okyanusuna dökülür. Lizbon Atlas Okyanusu kenarında bir şehir değildir, ancak nehir Lizbon kıyısında o kadar geniştir ki; bir İstanbul Boğazını ve hatta İzmir körfezini andırır. Benim çalıştığım ev sahibi kuruluş nehrin öbür kıyısında, şehrin ‘eski’ bölümdeydi – Lizbon’un esas merkezi. Benim oturduğum yer zaten Lizbon’un tam da parçası sayılmayan ‘Barreiro’ denilen bir yerdi.  Her gün vapurla karşı tarafa geçiyor Lizbon’un o büyüleyici manzarasını kafama kazıyordum.  Bu manzara güne iyi başlamamı sağlıyordu. Hem yeşillik hem de şehrin tarihi mimarisi arasında harika bir denge kurulmuştu silüetinde şehrin.  Vapur kıyıya yaklaştığında insanın o sokaklarda saatlerce dolaşası geliyor.

Portekiz’i anlatmak için kesinlikle daha fazla zamana ihtiyacım olduğunu düşünüyorum, zira bu yazı daha da uzayabilir. Bence şimdilik bu kadar kâfi. Zannedersem bu yazdıklarımla da bir merak oluşmuştur. Filmin son sahnesini söylememek edasıyla daha fazla detaya inmenin gerek olmadığını düşünüyorum. Bir gün bu yazıyı okuyan sizler de gidip görüp kendi gözlemlerinizi yazarsınız belki. Eğer çoktan gidip gördüyseniz, şu ana kadar yazdıklarıma zaten aşinasınızdır. Portekiz’e AGH aracılığıyla mı yoksa başka bir vesileyle mi gidersiniz, orası sizin yaratıcılığınıza ve hayatınızdaki dinamiklere bağlı. Ancak mutlaka ziyaret edilmesi gereken ülkelerden biri olduğunu düşünüyorum.

Bütün bu AGH deneyimi, uzun süredir yurt dışında yaşamış biri olarak – özellikle AGH öncesi, bana çok şey kattığını söyleyebilirim. Bence size de çok şey katabilir, yeter ki kabuğunuza kapanmayın. Aslına bakarsanız, hangi ülkede böyle bir deneyimi yakaladığınız önemli değil, yurt dışı deneyimi başlı başına bir macera ve genç yaşta kesinlikle yapmak gerekir. Bu deneyim esnasında insanlarla iletişim kurun, çıkın, dolaşın. İster arkadaşlarınızla dolaşın, ister kendi başınıza. Sohbet ortamı bulduğunuz yerde çekinmeyin, başlayın sohbete. Unutmayın ki o insanlar da sohbet etme amaçlı ordalar. Sosyal yaşam yurt dışı deneyiminin bir parçasıdır, bunu unutmayın.

Her şeyin sizlere hayırlı olmasını diliyor ve yazımı burda sonlandırıyorum.

BARIŞ ARKILIÇ- 2013


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder