2 Haziran 2013 Pazar

Yılın Röportajı- 2-

Geçen hafta hepsini yayınlayamadığımız röportajımız devam ediyor; her ne kadar ülke hiç iyi durumda olmasa da sözümüzü tutarak yayınlamak istedik. Demek isterdim ki iyi pazarlar, keyifli okumalar ama bu durumda biliriz ki pek mümkün değil:/



Ozan: Bir kaç tane anahtar nokta daha var aslında. Birincisi gitmeden önce proje ile ilgili detaylı bilgi sahibi olmak. İkincisi beklentileri düşük tutmak. Şöyle ki orada işleyen bir sistem var. Orada siz bir prens ya da prenses değilsiniz. Gönüllü olarak gidiyorsunuz, bunun bilincinde olmak çok önemli. Gitmeden önce şöyle gezeceğim böyle tozacağım, şunu yapacağım bunu yapacağım diye yüksek beklentiler yaratıp gitmemek lazım. Bunlar mutlaka olacaktır ama öncelikler bu noktalar üzerinde olmamalı. Üçüncü nokta da sesinizi çıkarmanız gereken zamanlarda susmayın! Kesinlikle Türk mantığı ile hareket etmemek lazım. Yani işte ben sesimi çok fazla çıkartmayayım nasılsa işler yoluna girer dememek lazım. Öyle bir dünya yok. Hak ve sorumluluklar neyse bunların sonuna kadar peşinde koşmak gerekiyor.

TREX: Evet aslında biz de bunu çok fazla anlatıyoruz danışmanlık yaptığımız gençlere. Sistem zaten gönüllüyü destekleyen bir yapı üzerine kurulu. Gönüllünün öğrenme sürecinin başarılı geçmesini hedefliyor. Dolayısı ile bir sorun olduğunda onu konuşup çözüme ilerlemek çok önemli. Ev sahibi kurum çözmüyorsa koordinatör kurum o olmuyorsa gönderen kurumla konuşmak lazım, o olmadı ulusal ajans yine çözmediler komisyona kadar yolu var...

Deniz: Almanya bu konularda kendini çok aşmış durumda. Almanya’da AGH yapmak demek kurulu bir düzenin içine girmek demek. Risk almıyorsunuz demek.

Ozan: Evet herşey çok organizeydi.

Deniz: Almanya’da o dönemde o kadar gönüllü varmış ki bizim varış sonrası eğitimimiz iki hafta sürmüştü. Bu katılımcının ne kadar ve paylaşımın ne kadar çok olduğuna bağlı olarak değişiyormuş zamanı. Diğer ülkelerde bu 2-3 gün ile sınırlı tutuluyordu o zamanlar. Biz iki haftayı dolu dolu geçirdik.

Ozan: Hem Almanya ile ilgili bilgi verdiler hem gittiğimiz kentle ile ilgili de bilgi verdiler.

Deniz: Bir yandan da bir dolu gönüllü ile tanışıyorsunuz, bir o kadar da deneyim dinliyorsunuz o kadar da arkadaş ediniyorsunuz. Şimdi üzerinden sekiz sene geçti belki bir şeyler değişmiştir ama Almanya bu konuda çok organize ve disiplinliydi.

TREX: Tabi iş disiplinine, kültürüne baktığımızda işler bize göre çok daha disiplin halinde işliyor diye düşünüyorum.

Deniz: Ve bilinçli, orada sosyal çalışanların çok bilinçli olduğunu düşünüyorum.

Ozan: Diğer AGH yapan arkadaşlardan dinlediklerimizle karşılaştırınca öyle gözüküyor. Tabi İngiltere Hollanda nasıldır bilemem.

Deniz: Kesinlikle.Ara değerlendirme toplantımız bile bir hafta sürmüştü.

Ozan:Evet çok güzel geçmişti ve Alman ulusal ajansı ile hep direkt bağlantı kurabildik. Herhangi bir sorun halinde her zaman çok ilgilendiler bizimle.

TREX: Peki daha önce yurtdışına çıkmış mıydınız? Türk kültüründen sonra bence çok farklı bir kültür Alman kültürü, o nasıl bir süreçti sizin için?

Deniz: Açıkçası ben bu noktada şunu paylaşmak istiyorum. Dezavantajlı olma konusu ve motivasyon mektubunda buna nasıl değinmeliyiz? Ben sonuçta Türkiye’de iyi bir eğitim görmüş, koşulları ortalamada olan bir gençtim. Fakat AGH için bir motivasyonunun ve projelere dahil olmak için de bir dezavantajının olması gerekiyor.  Biz de kendimizi Türkiyeli bir genç olarak şöyle tanımlamıştık. Zaten biz istediğimiz zaman yurtdışına çıkamıyoruz. Gerek ekonomik sebepler, gerek vize kon
uları olsun, bir çok dezavantaj söz konusu aslında Bu benim Türkiye’de bir genç olarak tanımladığım şeydi. Mesela başka bir örnek verip durumu daha da netleştirmek gerekirse, dernekte Almaya’da doğmuş ve orada büyümüş bir çalışanımız vardı; seyahat ile ilgili bir sorunu vize problemi yok. Ama o da kendini bir erkeğe göre kadın olarak dezavantajlı olarak tanımlıyordu. Herkesin motivasyonu ve dezavantajı kendine göre değişebiliyor.

Ozan: Programın amaçlarına baktığımızda hedeflenen kitle dezavantajlı gençler. Ama Türkiye’nin kendi içinde koşullarına baktığımızda her şeyden önce STK yapısının geç gelişmiş olması bile önemli bir dezavantaj. Yani önce bir yapı vardır, siz zaten belli bir projede çalışıyorsunuzdur. Sonra dezavantajlı grupla çalışılır. Türkiye’de hiç bir zaman böyle bir yapı olmadı. Belki yeni yeni gelişiyordur. Yani bizim zamanımızda yoktu. 
O zamanlar ingilizce bilen kısmen bu işlerin içinde yer almış  gençlerdik.

Deniz: ki kendimizi dezavantajlı görüyorduk.

Ozan:Evet Türkiye koşullarında avantajlıydık ama Avrupa ile karşılaştırdığımızda hareketlilik açısından korkunç derecede kısıtlıyız, maddi açıdan kısıtlıyız. Yurtdışına çıkabilmek büyük bir maliyet. Bir önceki sorunla da bağlantılı olarak ben daha önce yurtdışına bir kere çıkmıştım AGH öncesinde. O da Fransa’da bir gençlik kampıydı ve çok maliyetli idi. Belki kampın içerisinde çok bir harcamam olmadı ama uçak bileti pahalı vize masrafları, pasaport desen dünyanın en pahalı pasaportu.Sonuçta hepsi ayrı bir masraf. Zaten Türkiye’de bir üniversite öğrencisi zor koşullarda okuyor. Dershanesiydi, kursuydu, özel dersiydi, zaten varlıklı kesim çok küçük bir dilimini oluşturuyor ülkenin ya diğerleri...

Deniz: Ben de zaten mektubumda oraya bağlamıştım, hiç yurt dışına çıkmamıştım ve bu benim dezavantajımdı.

Ozan: Yani tabii bu lüks bir argüman olarak değerlendirilebilir. Ama Avrupayla karşılaştırdığımızda çok geçerli bir argüman. Tabii ki herkes AGH yapsın ama önceliğin eğitim görememiş, dil öğrenememiş gerçekten dezavantajlı ama motivasyonu olan grupta olması gerektiğini düşünüyorum. Programın amaçları da bu şekilde diye biliyorum.

Deniz: Sadece işin ekonomik boyutu da olmayabilir. Kendi kabuğundan sıyrılmak diye de nitelendirebiliriz. Bu sonuçta kendi sınırlarını aşma olayı bir nevi.

Ozan: Tabii o imkanların sana sağlanması kendi yetkinliklerinin niteliklerinin farkına varmak, bunlar bir projenin en önemli katkıları.

Deniz: Belli bir bunalım içindeysen yine yurtdışına çıkarak kendini keşfedebilirsin, eğer kafan çok karışıksa, hayata dair beklentilerini belirleyemiyorsan yine yurtdışına çıkarak başka bir kültürün içinde kendini tanıma imkanı buluyorsun. Daha objektif değerlendirebiliyorsun çevreni.

Ozan: Bence şu nokta da çok önemli. Devamlı aynı yerde aynı rutinde yaşıyorsan, olanaklarımıza ya da olanaksızlıklarımıza dair çok da bir fikrimiz olmuyor. Ne zaman yurt dışına çıkıp uzaktan bakabiliyorsun ”bir dakika” diyorsun o zaman. Belki de yaşadığımız problemler o kadar da büyük problemler değil ya da yaşadığımız problemler çok önemli problemler ama kimse farkında değil. Yani böyle kuşbakışı ülkene ve kendine bakma fırsatı elde ediyorsun ki bu öyle kolay kolay elde edilecek bir fırsat değil.

Deniz: Böyle yurtdışına çıkmak derken kısa sürelerle işte bir hafta bir aylık sürelerden bahsetmiyoruz. Gerçekten uzun süreli yaşamaktan bahsediyoruz. Çünkü ilk başta her şey bir oyun gibi geliyor. Asıl oradaki hayat senin için rutin olmaya başladığında kendi kendinle kalıyorsun. İşte o zaman bir şeyleri fark ediyorsun. 
Bir iki aylık kısa dönemde pek bir şey anlaşılmıyor.

TREX: Biz de zaten genelde uzun dönem tavsiye ediyoruz gönüllülere.

Ozan: Bana soranlara altı ay mı gideyim bir yıl mı gideyim diyenlere ben bir yıl gidin diyorum.

Deniz: en az altı ayla bir yıl arasında olmalı.

Ozan:Zaten ancak adapte oluyorsun, dili yavaş yavaş anlamaya başlıyorsun. Ben ancak yedinci sekizinci ayda biraz konuşmaya başlamıştım. Çok önemli bir deneyim ve bence her genç yaşamalı.

TREX: Sizler de ilk gönüllüler olarak aslında bir şeylere vesile oldunuz, daha sonrasında da bir derneğin kurulmasında yer aldınız, ama o kısma geçmeden önce Almanya’ya gittiğinizde kültürel bir şok yaşadınız mı onu merak ediyorum?

Ozan: Benim yaşadığım çok önemli bir şok olmadı. Sadece 60 kişilik köyde seminer evinde yalnız geçirdiğim hafta sonları oldu, hatta o zamanlar yerel gazetede hakkımda bir yazı bile çıkmıştı. 3,5 milyon kişilik şehirden 70 kişilik köye diye,ama çok ciddi bir öğrenim oldu benim için kendi sınırlarımı keşfetmem açısından. Orada bunaldığım zamanlar oldu ama onun haricinde insanın kendine dair keşfettiği birçok şey oluyor.

Deniz: Ben yaşadım kültür şoku asıl; benim çok fazla uçak korkum vardı o yüzden Ozanla beraber gittik. Ozan Köln’e indi oradan trenlerle aktara aktara köyüne gitti. Bayağı meşakkatli bir yoldu. Beni orada karşıladılar. Kalacağım yere yerleştirdiler. Fakat hafta sonuydu galiba yurt bomboştu. Odaya gittim odada biriyle kalıyorum ama kim olduğunu bilmiyorum, kapısı kapanmıyor, Rus bir kız dediler ama o hafta sonu için bir yere gitmiş, odanın camları küçücük.Resmen kendimi hapishaneye kapatılmış gibi hissettim. Her yer demir ranza demir dolap.İlk defa yurtdışındayım ve böyle bir durumla karşı karşıyayım. Aşağıda da kızlar sigara içiyorlar, mor ışıklar var, iskambil kağıdı oynuyorlar. Çok garip gelmişti.Akşam 8 gibi ağlamaya başladım. Ailemi arıyorum ve ağlıyorum beni kurtarın diye ve isyan ediyorum. Hiçbir şekilde soğukkanlı karşılayamadım. Annemler apar topar Almanya’dan tanıdık birisini bulmuşlar Köln’de oturan ve Köln’deki aile beni almaya geldi. Sadece 2 saat geçirebildim. Kültür şoku mu denir ilk defa yalnız kalmak mı denir? Ağlıyorum krize girmiş bir şekilde..

TREX: Peki kurumdan birini aramadın mı?

Deniz: Neden aramadım bilmiyorum. Sanırım hiç yabancı birini görmek istemedim ya da bilmiyorum. Beni Türk aile aldı ve hafta sonu onlarda konakladım. Ve birkaç hafta boyunca mide bulantıları, kusma, kalmak istememe durumu, sürekli o aileye gidiyorum. 2-3 hafta sonra bana başka bir yer buldular.  Daha fazla o yurtta kalamadım.
Tabi sonra alıştım her şey yoluna girdi.


Ozan: Mesela Alman arkadaşlarla yakın arkadaşlık kurmamız çok kolay olmadı. Uzun bir süre daha uzak durdular; meğerse o süreçte beni uzaktan gözlemliyorlarmış; nasıl biridir anlaşabilir miyiz diye. Sonrasında zaten çok iyi dostluklar kurduk. Yani Türkiye’de hemen o nerdensin hemşerim diye başlayıp hızlıca kurulan iletişim belki de çok daha temelsiz ilişkiler, orada çok daha temelli, sağlam ve sağlıklıydı. Bunu söyleyebilirim oraya dair....

Devamı var tabii haftaya;

Büşra Güder
İzmir , 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder