Geçen hafta hepsini yayınlayamadığımız röportajımız devam ediyor; her ne kadar ülke hiç iyi durumda olmasa da sözümüzü tutarak yayınlamak istedik. Demek isterdim ki iyi pazarlar, keyifli okumalar ama bu durumda biliriz ki pek mümkün değil:/
Ozan: Bir kaç tane anahtar nokta daha var aslında. Birincisi
gitmeden önce proje ile ilgili detaylı bilgi sahibi olmak. İkincisi
beklentileri düşük tutmak. Şöyle ki orada işleyen bir sistem var. Orada siz bir
prens ya da prenses değilsiniz. Gönüllü olarak gidiyorsunuz, bunun bilincinde
olmak çok önemli. Gitmeden önce şöyle gezeceğim böyle tozacağım, şunu yapacağım
bunu yapacağım diye yüksek beklentiler yaratıp gitmemek lazım. Bunlar mutlaka
olacaktır ama öncelikler bu noktalar üzerinde olmamalı. Üçüncü nokta da
sesinizi çıkarmanız gereken zamanlarda susmayın! Kesinlikle Türk mantığı ile
hareket etmemek lazım. Yani işte ben sesimi çok fazla çıkartmayayım nasılsa
işler yoluna girer dememek lazım. Öyle bir dünya yok. Hak ve sorumluluklar
neyse bunların sonuna kadar peşinde koşmak gerekiyor.
TREX: Evet aslında biz de bunu çok fazla anlatıyoruz
danışmanlık yaptığımız gençlere. Sistem zaten gönüllüyü destekleyen bir yapı
üzerine kurulu. Gönüllünün öğrenme sürecinin başarılı geçmesini hedefliyor.
Dolayısı ile bir sorun olduğunda onu konuşup çözüme ilerlemek çok önemli. Ev
sahibi kurum çözmüyorsa koordinatör kurum o olmuyorsa gönderen kurumla konuşmak
lazım, o olmadı ulusal ajans yine çözmediler komisyona kadar yolu var...
Deniz: Almanya bu konularda kendini çok aşmış durumda.
Almanya’da AGH yapmak demek kurulu bir düzenin içine girmek demek. Risk
almıyorsunuz demek.
Ozan: Evet herşey çok organizeydi.
Deniz: Almanya’da o dönemde o kadar gönüllü varmış ki bizim
varış sonrası eğitimimiz iki hafta sürmüştü. Bu katılımcının ne kadar ve
paylaşımın ne kadar çok olduğuna bağlı olarak değişiyormuş zamanı. Diğer
ülkelerde bu 2-3 gün ile sınırlı tutuluyordu o zamanlar. Biz iki haftayı dolu
dolu geçirdik.
Ozan: Hem Almanya ile ilgili bilgi verdiler hem gittiğimiz
kentle ile ilgili de bilgi verdiler.
Deniz: Bir yandan da bir dolu gönüllü ile tanışıyorsunuz, bir o
kadar da deneyim dinliyorsunuz o kadar da arkadaş ediniyorsunuz. Şimdi
üzerinden sekiz sene geçti belki bir şeyler değişmiştir ama Almanya bu konuda
çok organize ve disiplinliydi.
TREX: Tabi iş disiplinine, kültürüne baktığımızda işler bize
göre çok daha disiplin halinde işliyor diye düşünüyorum.
Deniz: Ve bilinçli, orada sosyal çalışanların çok bilinçli
olduğunu düşünüyorum.
Ozan: Diğer AGH yapan arkadaşlardan dinlediklerimizle
karşılaştırınca öyle gözüküyor. Tabi İngiltere Hollanda nasıldır bilemem.
Deniz: Kesinlikle.Ara değerlendirme toplantımız bile bir hafta
sürmüştü.
Ozan:Evet çok güzel geçmişti ve Alman ulusal ajansı ile hep
direkt bağlantı kurabildik. Herhangi bir sorun halinde her zaman çok
ilgilendiler bizimle.
TREX: Peki daha önce yurtdışına çıkmış mıydınız? Türk
kültüründen sonra bence çok farklı bir kültür Alman kültürü, o nasıl bir
süreçti sizin için?
Deniz: Açıkçası ben bu noktada şunu paylaşmak istiyorum.
Dezavantajlı olma konusu ve motivasyon mektubunda buna nasıl değinmeliyiz? Ben
sonuçta Türkiye’de iyi bir eğitim görmüş, koşulları ortalamada olan bir
gençtim. Fakat AGH için bir motivasyonunun ve projelere dahil olmak için de bir
dezavantajının olması gerekiyor. Biz de
kendimizi Türkiyeli bir genç olarak şöyle tanımlamıştık. Zaten biz istediğimiz zaman
yurtdışına çıkamıyoruz. Gerek ekonomik sebepler, gerek vize kon
uları olsun, bir
çok dezavantaj söz konusu aslında Bu benim Türkiye’de bir genç olarak
tanımladığım şeydi. Mesela başka bir örnek verip durumu daha da netleştirmek
gerekirse, dernekte Almaya’da doğmuş ve orada büyümüş bir çalışanımız vardı;
seyahat ile ilgili bir sorunu vize problemi yok. Ama o da kendini bir erkeğe
göre kadın olarak dezavantajlı olarak tanımlıyordu. Herkesin motivasyonu ve
dezavantajı kendine göre değişebiliyor.
Ozan: Programın amaçlarına baktığımızda hedeflenen kitle
dezavantajlı gençler. Ama Türkiye’nin kendi içinde koşullarına baktığımızda her
şeyden önce STK yapısının geç gelişmiş olması bile önemli bir dezavantaj. Yani
önce bir yapı vardır, siz zaten belli bir projede çalışıyorsunuzdur. Sonra
dezavantajlı grupla çalışılır. Türkiye’de hiç bir zaman böyle bir yapı olmadı.
Belki yeni yeni gelişiyordur. Yani bizim zamanımızda yoktu.
O zamanlar
ingilizce bilen kısmen bu işlerin içinde yer almış gençlerdik.
Deniz: ki kendimizi dezavantajlı görüyorduk.
Ozan:Evet Türkiye koşullarında avantajlıydık ama Avrupa ile
karşılaştırdığımızda hareketlilik açısından korkunç derecede kısıtlıyız, maddi
açıdan kısıtlıyız. Yurtdışına çıkabilmek büyük bir maliyet. Bir önceki sorunla
da bağlantılı olarak ben daha önce yurtdışına bir kere çıkmıştım AGH öncesinde.
O da Fransa’da bir gençlik kampıydı ve çok maliyetli idi. Belki kampın
içerisinde çok bir harcamam olmadı ama uçak bileti pahalı vize masrafları,
pasaport desen dünyanın en pahalı pasaportu.Sonuçta hepsi ayrı bir masraf.
Zaten Türkiye’de bir üniversite öğrencisi zor koşullarda okuyor. Dershanesiydi,
kursuydu, özel dersiydi, zaten varlıklı kesim çok küçük bir dilimini
oluşturuyor ülkenin ya diğerleri...
Deniz: Ben de zaten mektubumda oraya bağlamıştım, hiç yurt
dışına çıkmamıştım ve bu benim dezavantajımdı.
Ozan: Yani tabii bu lüks bir argüman olarak
değerlendirilebilir. Ama Avrupayla karşılaştırdığımızda çok geçerli bir
argüman. Tabii ki herkes AGH yapsın ama önceliğin eğitim görememiş, dil
öğrenememiş gerçekten dezavantajlı ama motivasyonu olan grupta olması
gerektiğini düşünüyorum. Programın amaçları da bu şekilde diye biliyorum.
Deniz: Sadece işin ekonomik boyutu da olmayabilir. Kendi
kabuğundan sıyrılmak diye de nitelendirebiliriz. Bu sonuçta kendi sınırlarını
aşma olayı bir nevi.
Ozan: Tabii o imkanların sana sağlanması kendi yetkinliklerinin
niteliklerinin farkına varmak, bunlar bir projenin en önemli katkıları.
Deniz: Belli bir bunalım içindeysen yine yurtdışına çıkarak
kendini keşfedebilirsin, eğer kafan çok karışıksa, hayata dair beklentilerini
belirleyemiyorsan yine yurtdışına çıkarak başka bir kültürün içinde kendini
tanıma imkanı buluyorsun. Daha objektif değerlendirebiliyorsun çevreni.
Ozan: Bence şu nokta da çok önemli. Devamlı aynı yerde aynı
rutinde yaşıyorsan, olanaklarımıza ya da olanaksızlıklarımıza dair çok da bir
fikrimiz olmuyor. Ne zaman yurt dışına çıkıp uzaktan bakabiliyorsun ”bir
dakika” diyorsun o zaman. Belki de yaşadığımız problemler o kadar da büyük
problemler değil ya da yaşadığımız problemler çok önemli problemler ama kimse
farkında değil. Yani böyle kuşbakışı ülkene ve kendine bakma fırsatı elde
ediyorsun ki bu öyle kolay kolay elde edilecek bir fırsat değil.
Deniz: Böyle yurtdışına çıkmak derken kısa sürelerle işte
bir hafta bir aylık sürelerden bahsetmiyoruz. Gerçekten uzun süreli yaşamaktan
bahsediyoruz. Çünkü ilk başta her şey bir oyun gibi geliyor. Asıl oradaki hayat
senin için rutin olmaya başladığında kendi kendinle kalıyorsun. İşte o zaman
bir şeyleri fark ediyorsun.
Bir iki aylık kısa dönemde pek bir şey anlaşılmıyor.
TREX: Biz de zaten genelde uzun dönem tavsiye ediyoruz gönüllülere.
Ozan: Bana soranlara altı ay mı gideyim bir yıl mı gideyim
diyenlere ben bir yıl gidin diyorum.
Deniz: en az altı ayla bir yıl arasında olmalı.
Ozan:Zaten ancak adapte oluyorsun, dili yavaş yavaş anlamaya
başlıyorsun. Ben ancak yedinci sekizinci ayda biraz konuşmaya başlamıştım. Çok
önemli bir deneyim ve bence her genç yaşamalı.
TREX: Sizler de ilk gönüllüler olarak aslında bir şeylere vesile
oldunuz, daha sonrasında da bir derneğin kurulmasında yer aldınız, ama o kısma
geçmeden önce Almanya’ya gittiğinizde kültürel bir şok yaşadınız mı onu merak
ediyorum?
Ozan: Benim yaşadığım çok önemli bir şok olmadı. Sadece 60
kişilik köyde seminer evinde yalnız geçirdiğim hafta sonları oldu, hatta o
zamanlar yerel gazetede hakkımda bir yazı bile çıkmıştı. 3,5 milyon kişilik
şehirden 70 kişilik köye diye,ama çok ciddi bir öğrenim oldu benim için kendi
sınırlarımı keşfetmem açısından. Orada bunaldığım zamanlar oldu ama onun
haricinde insanın kendine dair keşfettiği birçok şey oluyor.
Deniz: Ben yaşadım kültür şoku asıl; benim çok fazla uçak korkum
vardı o yüzden Ozanla beraber gittik. Ozan Köln’e indi oradan trenlerle aktara
aktara köyüne gitti. Bayağı meşakkatli bir yoldu. Beni orada karşıladılar.
Kalacağım yere yerleştirdiler. Fakat hafta sonuydu galiba yurt bomboştu. Odaya
gittim odada biriyle kalıyorum ama kim olduğunu bilmiyorum, kapısı kapanmıyor,
Rus bir kız dediler ama o hafta sonu için bir yere gitmiş, odanın camları
küçücük.Resmen kendimi hapishaneye kapatılmış gibi hissettim. Her yer demir
ranza demir dolap.İlk defa yurtdışındayım ve böyle bir durumla karşı
karşıyayım. Aşağıda da kızlar sigara içiyorlar, mor ışıklar var, iskambil
kağıdı oynuyorlar. Çok garip gelmişti.Akşam 8 gibi ağlamaya başladım. Ailemi
arıyorum ve ağlıyorum beni kurtarın diye ve isyan ediyorum. Hiçbir şekilde
soğukkanlı karşılayamadım. Annemler apar topar Almanya’dan tanıdık birisini
bulmuşlar Köln’de oturan ve Köln’deki aile beni almaya geldi. Sadece 2 saat
geçirebildim. Kültür şoku mu denir ilk defa yalnız kalmak mı denir? Ağlıyorum
krize girmiş bir şekilde..
TREX: Peki kurumdan birini aramadın mı?
Deniz: Neden aramadım bilmiyorum. Sanırım hiç yabancı birini
görmek istemedim ya da bilmiyorum. Beni Türk aile aldı ve hafta sonu onlarda
konakladım. Ve birkaç hafta boyunca mide bulantıları, kusma, kalmak istememe
durumu, sürekli o aileye gidiyorum. 2-3 hafta sonra bana başka bir yer
buldular. Daha fazla o yurtta kalamadım.
Tabi sonra alıştım her şey yoluna girdi.
Ozan: Mesela Alman arkadaşlarla yakın arkadaşlık kurmamız çok
kolay olmadı. Uzun bir süre daha uzak durdular; meğerse o süreçte beni uzaktan
gözlemliyorlarmış; nasıl biridir anlaşabilir miyiz diye. Sonrasında zaten çok
iyi dostluklar kurduk. Yani Türkiye’de hemen o nerdensin hemşerim diye başlayıp
hızlıca kurulan iletişim belki de çok daha temelsiz ilişkiler, orada çok daha
temelli, sağlam ve sağlıklıydı. Bunu söyleyebilirim oraya dair....
Devamı var tabii haftaya;
Büşra Güder
İzmir , 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder